(Geçen haftadan devam) Şöyle, uygarlık tarihine kısaca bir bakacak olursak; insanlığın Cilalı Taş devrinin ikinci yarısında gerçekleştirmiş olduğu ilk büyük devrim olan Tarım Devrimi Mezopotamya’da ve Anadolu topraklarında gerçekleştirilmiştir. Yani Anadolu tarımsal faaliyetin başladığı ilk yerlerden biridir. Hatta, bugün stratejik bir ürün olarak da çok önem kazanmış olan buğdayın anavatanı Anadolu’dur. İnsanlık tarihinde Buğday tarımı ilk olarak Anadolu’da yapılmıştır. Böyle bir ülkede bugün, 2023 rakamlarına göre ortalama olarak 9 milyon ton buğday ithal eden Türkiye’nin buğday ithal eden ülkeler arasında 4. Sırada yer alması başlı başına hüzün veren, oldukça üzücü ve düşündürücü bir durumdur. Tarım, Osmanlılar döneminde de ihmal edilmişti. Prof. Dr. Sezai Yahya Tezel’in “Cumhuriyet Döneminin İktisadi Tarihi” adlı eserinde belirttiğine göre 1923 yılında Anadolu’da yapılan tarımın Milattan önce 1200’lerde yaşamış olan bir Hitit köyünde yapılan tarımdan hiçbir farkı yoktu. Cumhuriyet yönetimi, sanayileşmeyi hedefliyordu ama, tarımı da ihmal etmedi. Traktörler ithal ederek, tarımsal araç ve gereçler üreterek tarım teknolojilerini geliştirmeye çalıştı. Trakya Birlik, Tariş, Pankobirlik, Fiskobirlik ve Çukobirlik gibi bölgesel tarım kooperatiflerinin kurulmasına öncülük etti. Toprak Mahsulleri Ofisi, Zirai Donatım Kurumu, Süt Endüstri Kurumu ve Et ve Balık Kurumu gibi kurumlar kurarak tarımı destekledi. Devlet Su İşleri gibi kurumlar oluşturarak tarımın en önemli ihtiyaçlarından birisi olan sulama sorununun çözümü için kurumsal yapılar oluşturdu. En önemlisi de 1930’larda yapılmış olan Birinci 5 Yıllık Kalkınma Planında, tarımsal faaliyetler için de çeşitli hedefler belirlenmeye başlandı. Böylelikle tarımda planlı döneme geçildi. Alınan bu önlemler sayesinde tarım hızla gelişti. 1930’lardan 1980’lere kadar tarım kesimi ülkemizdeki altın yıllarını yaşadı. 24 Ocak Ekonomik İstikrar Önlemleri Kararlarının alınmasından sonra, tarımdan sanayiye kaynak aktarılması adı altında tarım kesiminin milli gelirden aldığı pay hep azaltıldı. Ve tarım kesimine yapılan destekler birer birer ortadan kaldırıldı. O günlerden bugünlere kadar tarım kesimi hep geriledi. İlginçtir, bizim ülkemizde tarım kesimini oluşturan vatandaşlar çok büyük oranda ve her zaman tutucu olmuşlardır. Milliyetçi, muhafazakâr ve maneviyatçı partileri ve başta bulunan siyasal iktidarları desteklemişlerdir. Ancak bu partiler de her zaman tarımı küçülten ve çiftçilerin milli gelirden aldığı payı azaltan bir politika izlemişlerdir. Tarım kesiminin geçmişinde siyasal iktidarları eleştiren ve onlara karşı duran kitlesel protesto eylemleri geleneği yoktur. Günümüzde yapılan bu protesto eylemleri ilk olması açısından çok değerli ve anlamlıdır. Bu hareketlerin nasıl bir evrim geçireceğini ve nasıl sonuçlanacağını izlemek ve incelemek, bilimsel araştırmalara değer, çok ilginç ve çok önemli bir konudur. Bin bir emekle ve varını ve yoğunu ortaya koyarak tarlasını eken çiftçi, elde ettiği gelirle yaptığı masrafları karşılayamamakta, faizcilerin eline düşmekte, varlığını ve servetini kaybederek yoksullaşmaktadır. Bu durum, anlaşılabilir, haklı ve sürdürülebilir bir durum değildir. Demek ki bıçak artık kemiğe dayanmış, hatta kemiği bile geçmiştir ki, yüz yıllardır durgun bir toplum olarak yaşayan ve siyasal iktidarlara mutlak bir itaatle bağlı olan tarım kesimi, bugün siyasal iktidarların politikalarını protesto etmek için çeşitli eylemler yapmaya başlamıştır. Esasen tarımın günümüzdeki sorunları bilinmeyen bir konu değildir. En önemlisi doğru gerçekçi ve çözüm odaklı tarım politikalarının geliştirilmesidir. Tarım en ince ayrıntısına varıncaya kadar planlı bir faaliyet haline getirilmelidir. Tarımın gübre, akaryakıt, tarım ilacı ve tohum gibi temel girdileri, çok büyük oranda ithal edilmektedir. Yani çiftçi, temel girdilerini dolar ya da euro gibi döviz cinsinden paralarla satın almaktadır. Ancak bunun karşılığında elde ettiği ürünleri ise Türk Lirası ile satmak zorunda kalmaktadır. Bu durumda ortaya çıkan kur farkları dolayısıyla çiftçinin zarar etmesi kaçınılmaz olmaktadır. Tarımda ithal girdilerden vazgeçilip yerli üretime geçilmedikçe ve eskiden olduğu gibi tarımsal üreticilerimiz çeşitli sübvansiyonlarla desteklenmedikçe bu döngüden çıkılması olanaksız gibi görünmektedir. Aynı zamanda çok zorunlu ve yaşamsal derecede önemli olmadıkça tarımsal ürün ithalatından da vazgeçilmelidir. Bu nedenle çiftçi eylemlerinin son bulmak bir yana daha da artmasına tanık olmak hiç kimse için şaşırtıcı ve sürpriz olmamalıdır. Kısaca özetlemeye çalıştığımız bu sorunlar en kısa sürede akılcı ve gerçekçi çözümlere kavuşturulmadıkça korkarım ki, tarımsal üretimde ve yaş sebze ve meyve fiyatlarının yükselmesinde daha da kötü günler bizleri beklemektedir. Tarımsal alandaki, kangrenleşmiş ve artık kronik hale gelmiş dev boyutlardaki sorunların, palyatif, günü birlik ve gelip geçici önlemlerle çözülmesi artık olanaklı bir girişim olarak görülmemektedir. Bunun için, Cumhuriyetin ilk yıllarındaki gibi tarım sektörünü A’dan Z’ye ve sıfırdan en üst düzeye kadar değiştirecek ve geliştirecek olan köklü bir tarımsal devrim gerekmektedir. Türkiye, bu tarım devrimini gerçekleştirecek liyakatli kadrolara ve tarımı çağdaş uygarlık düzeyine çıkartacak yeterli sayıda nitelikli insan gücüne sahip bir ülkedir.