Yıllarca Yaşar Kemal romanları okuyup da, Çukurova’yı ve ovadaki dağ kalelerini görme arzusunu duymamak mümkün müdür? Usta’nın yazdığı romanlardan herhangi birinde Anavarza’nın, Sis’in, Yılankale’nin adının geçmemesi olası mıdır? Her biri sıkı bir Yaşar KEMAL tutkunu olan arkadaşlarımın, böyle bir geziye rehber olmamı istemelerini tabii ki geri çeviremezdim. Albert Camus’un da dediği gibi “Yolculuk bizi kendimize geri getirir.”diyerek düştük Çukurova yollarına.

              Çukurova, tarihte kırktan fazla kale ile korunmaya çalışılmış müstesna bir yer. Bu bereketli toprakları koruyan kalelerden bazıları Büyük Usta’nın kaleminden bir özgürlük anıtı gibi yükselir. Gözümüze bu kalelerden üç tanesini kestirdik. Hedefimizdeki ilk kale Ceyhan’ın 17 km. kuzeybatısındaki 70 m. yüksekliğindeki bir tepe üzerine kurulmuş Dumlu Kale’ydi. Kale, Çukurova’da “Dağ Kaleleri” olarak tanımlanan kaleler zincirinin ikinci halkasıdır. At nalı şeklinde sekiz burca sahip kalenin içinde bazı yapı kalıntıları ve su sarnıçları var. 11. ya da 12. yüzyılda yapıldığı düşünülen ve 1800’lü yıllara kadar kullanılan bu Ortaçağ kalesi düzgün kesme taşlardan yapılmış. Kalenin üzerinden ovaya baktığınızda muazzam bir Çukurova manzarasıyla karşılaşırsınız. Bu noktadan Anavarza, Yılankale ve Sis Kalelerini aynı anda görmek büyük bir keyiftir doğrusu.

                Yaşar Kemal İnce Memed’te Anavarza’yı durgun bir denizde ilerleyen bir gemiye benzetirken Dumlu Kale’yi ise bunun tam zıttı bir benzetmeyle şöyle tasvir eder:  “… Daha ötelerde yelkenlerini açmış son hızla Akdenize doğru uçarcasına giden Dumlu Kale… Dumlu Kale hep dumana batık olur. Sıcakta kırmızı kayaları tüter.”

              Gezimizin ana temasını oluşturan Anavarza’ya Dumlu köyünden 30 km sonra ulaştık. Anavarza aslında iki bölümden oluşur. Birincisi Dilekkaya köyünün de içinde bulunduğu Anavarza Antik Kenti, ikincisi ise kentin hemen yanında Anavarza kayalıklarında yükselen 200 metre yükseklikteki kale.

               Roma döneminde Doğu Akdeniz’in  en büyük metropol kenti olan Anavarza’nın kaynaklarda çeşitli adları vardır. Anazarbos, Anazarba ve Anazarbus gibi. Bir başka görüşe göre Farsça “na-barza” yani   “yenilmez”  anlamına gelir ki Anavarza tarih boyunca yapılan savaşlarda yenilgi yüzü görmemiştir.

              Antik kentin sınırları kayalıkların yanından başlar ve batıya doğru geniş bir düzlüğün içerisine yayılır. 1300 dönümlük arazi üzerine kurulu kentin, 2014 yılında Unesco Dünya Mirası Listesine aday olarak kabul edilmesi,  ayrıca eczacılığın ve botaniğin babası Dioskorides’in Anavarza’da doğmuş olması ve yıllarca batıda okutulan kitaplarını yine bu kentte yazmış olması buranın önemini anlatmaya yetiyor.

               1269 da şiddetli bir depremden sonra şehir eski görkemini yitiriyor. Sonraki dönemlerde oluşan seller de kentin iki metreye yakın bir bölümünün toprak altında kalmasına yol açıyor. Efes’ten dört kat daha büyük olduğu düşünülen kentte, yüzey araştırmalarında bin üç yüz altmış sütun tespit edilmiştir ki bu rakamın üç-dört katı toprağın altından çıkarılacağı günleri beklemekte. Sırada bekleyenler sadece sütunlarla sınırlı değil elbette. İki yüz metresi açığa çıkarılan 34 m genişlikte ve 2700 m uzunluktaki sütunlu cadde, akropol, kayalara oyulmuş nekropol ve olimpiyat oyunlarının yapıldığı Anadolu’nun en büyük hipodromu da sırada bekleyenler arasında. Efsanelere konu olmuş su kemerlerini ve pişmiş tuğlalardan yapılmış iki hamam kalıntısını bugün bile görmek mümkün.

             Anavarza, Yaşar Kemal’in yazamadığı romanıdır. Usta, Abidin Dino’ya 1990’da yazdığı mektubunda Akçasazın Ağaları serisinin üçüncü cildinin adının “Anavarza” olduğunu söylüyor. Ama araya “Bir Ada Hikayesi”dörtlemesi giriyor. Maalesef bu eseri yazmaya bir türlü fırsat bulamıyor. Ne büyük bir kayıp. Olsun, biz yine de Usta’nın diğer romanlarından Anavarza’yı yaşayan bir roman kahramanı gibi okuma şansına sahibiz…