Mersin’in tarihi eserleri arasında, hiç kuşkusuz Alahan Manastırı’nın tartışılmaz bir üstünlüğü vardır. Bu üstünlüğün sebebi kanımca, manastırı oluşturan taşların üzerindeki kabartmaların, kuyumcu titizliği ile oluşturulmuş motifleridir. Neler yok ki bu motiflerin üzerinde: Aziz Paulus’un figürü başta olmak üzere, kanatlı Hz Cebrail ve Mikail tasvirleri, kükreyen aslan, balık, kartal ve öküz sembolleri, İncil yazarlarının tasvirleri, üzüm salkımları ve daha niceleri.
Bu güzellikleri görmek için Mersinliler 183 kilometre bir mesafeyi aşmaları gerekirken Karamanlılar 55 kilometrelik bir yolculukla manastıra ulaşabilir. Alahan’ın büyüleyiciliği sadece taş işçiliğinden ibaret değil elbette. Türkiye’nin Dünya Mirası Geçici Listesi’ndeki altmış dokuz kültür varlığımızdan birisi Alahan. Göksu Vadisi’ne tepeden bakan manastır, kartal yuvasını andıran dik bir yamaçta yer alır. Böyle bir konumda, manastırın büyüsüne mi kapılırsınız yoksa Orta Toroslara alabildiğince geniş bir açıyla bakmanın tarifsiz keyfini mi yaşarsınız, o artık sizin hislerinize kalmış.
M.S. 440 - 442 yıllarında yapıldığı tahmin edilen manastır, Hristiyanlık dinini kabul edenlerin Romalılar tarafından zulme uğraması ve öldürülme korkularından dolayı dağlık bir bölgeye yapılmış. Ayasofya ile ortak mimari özellikler taşıyan Alahan, batı kilisesi, manastır, doğu kilisesi, kayalara oyulmuş keşiş odaları ve mezarlardan oluşmaktadır. Hristiyanlığın öncülerinden Aziz Paulus ve Barnabas, dinlerini yaymak için Anadolu’da yaptıkları yolculuklarda çeşitli yerlerde konaklamışlar. Hristiyanlar, bu iki azizin konakladıkları yerlere onların anılarını yaşatmak için Kiliseler ve manastırlar inşa etmişlerdir. Alahan da, bu azizlerin anılması için yapılmış, bir dönem hac merkezi olarak da kullanılmış eserlerden biridir.
Gezimizin ikinci durağı Alaoda Kilisesi, Alahan Manastırına sadece 1 km uzaklıkta. Kiliseye bu kadar kolay ulaşmanın bedelini, kurumuş dere yatağından 300-400 metre kadar dik bir yokuştan inerek ödedik doğrusu. Dere yatağının en dik yerlerine, el ve ayaklara göre oyulmuş boşluklar ile eski insanların kayalara oydukları basamaklar bu zorlu inişi bir ölçüde kolaylaştırdı.
Kilise, Mut-Karaman yolunda Geçimli köyünde, Göksu vadisine bakan derin ve dik bir uçurumun kenarında yer alıyor. Kiliseyi bu kadar ilginç kılan belki de uçurumun kenarında kimsenin kolay ulaşamayacağı bir yükseklikte oluşu. Yönünüzü kilisenin içinden güneye dönüp boşluğa baktığınızda kilometrelerce ötedeki düzlüklerde yer alan köyleri derin bir sessizlik içerisinde izleyebiliyorsunuz.
Bölgede kilisenin dışında, doğal mağara oluşumları içine birçok eser yapılmış. Ancak bu eserlerden günümüze pek azı sağlam ulaşabilmiş. Kilisenin içinde saman ve alçıdan oluşan bir sıva ile kaya yüzeyleri düzleştirilmiş. Böylelikle resim yapmak için uygun yüzeyler oluşturulmuş. Kilisenin kubbe şeklindeki üst bölümü mavi, kahverengi ve kırmızı renklerde geometrik fresklerle süslüdür. Fresklerdeki kırmızı renkten dolayı yöre halkı kileseyi Al Oda ya da Alaoda diye adlandırmış. Kilisenin içinde apsis, duvarlarında ise kandil koymak için açılmış küçük nişler ve yine doğu tarafında dört büyük niş vardır.
Yapılış tarihi bilinmeyen kilisenin üzerinde 1953 yılında Prof. Michael GOUCHE bazı araştırmalar yapmış. Gouche ve ekibi taban mozaiklerini açığa çıkarmak için 42 cm gübre tabakasını kazarak orijinal döşemeye ulaşmışlardır. 13.yy’dan önce terk edilen kilisenin taban mozaiklerinden günümüze çok azı ulaşabilmiş. O gün bugündür kilise maalesef tabanındaki keçi gübreleriyle ahır gibi kullanılmaya devam etmektedir.
Gezimizin son bölümünü de tabiat anıtı olarak tescil edilen ve Göksu nehrini besleyen Ermenek çayı üzerindeki Yerköprü Şelalesi’ne ayırdık. Türkiye’nin en güzel şelalelerinden biri olan Yerköprü, Mut ilçesine 35 km uzaklıkta. Şelale yaklaşık 30 metre yükseklikten akıyor. Tabanı göl haline gelmiş şelalenin iç kısmında sarkıtlar oluşmuş. Şelalenin çevresinde oluşan, yeşilin her bir tonunu içinde barındıran bitki örtüsünü, coşkun sularla birlikte görmenin ve şelaleden akan suların içindeki balıkları izlemenin keyfine vardık. Bu doğa harikasına ulaşmak için önce Ermenek çayının üzerine yapılmış asma köprüden geçmelisiniz. Köprünün üzerinde biraz oyalanırsanız bir görsel şölene tanıklık etme şansını da yakalamış olursunuz. Ermenek çayının turkuaz sularını ve şelaleyi aynı anda göreceğiniz bir noktadır burası. Bazı doğal güzellikleri her zaman görmek istersiniz, Yerköprü Şelalesi de bunlardan biridir.
Alahan, Alaoda ve Yerköprü’yü gezerken buraların hak ettiği ilgiden uzak oluşunu görmek insanın içini acıtıyor. Turizmin son yıllardaki kan kaybından Alahan da nasibini almış elbette. Alahan gibi önemli bir eseri hafta sonu olmasına rağmen, üç saat gibi uzun bir süre içerisinde bizim dışımızda sadece iki yabancı turistin gezdiğine tanıklık ettik. Alahan’daki restorasyon çalışmaları da bana çok ümit vermedi. Yapımı biten bazı sütunların oldukça özensiz ve estetik kaygıdan uzak oluşu, yapılacak düzeltmeler hakkında az çok fikir veriyor. Alaoda Kilisesi’nde yapılan tek çalışma ise kiliseyi gösteren levhayı dikmek olmuş. Böyle önemli bir eseri yüzyıllardan beri görmezden gelmişiz, anlamak mümkün değil doğrusu. Ne zaman bu topraklar üzerindeki değerlerin kıymetini anlayacağız ve bu değerleri korumayı öğreneceğiz işte o zaman kültürümüzdeki devamlılığı sağlayabileceğiz.
“Geçmişi günümüze karıştırmayı beceremediğimiz için kültürsüz kalıyoruz.” Der Azra ERHAT. Bu sözlere katılmamak ne mümkün? Sözlerinin devamını da şöyle getirmiştir Usta : “Kültürsüz kalmak ne demek? Bence şudur: Gördüğümüz bir yeri yalnız bugün olduğu gibi görmek, onun gözle görünen boyutlarını tarih, arkeoloji ve filoloji bilimlerinin sağlayabileceği derinlik boyutunu katamamak, dile getiremediğimiz bir put karşısında put gibi durmak, bilgisizliğin, kültürsüzlüğün kara duvarını aşamayıp, geçmişi yaşama zevkine bir türlü varamamak.”
Dilerim, Azra ERHAT’ın sözleri yolumuza ışık olur ve bu uğurdaki bilinç düzeyimiz artar.