Mersin’de hiç alışık olmadığımız, soğuğun tüm hücrelerimize işlediği bir şubat gününde Göksu Deltası’na gezi düzenledik. Buna Silifke’nin meşhur ayazı da eklenince nasıl zorlu bir gezi olduğunu varın siz tahmin edin artık. Delta gezimizi, bugüne kadar pek denenmemiş bir şekilde planladık. Deltanın en batısında yer alan Taşucu’ndan başlayıp tüm deltayı kapsayan, toplamda 30 kilometreyi bulacak bir yürüyüşle Silifke’ye varmayı hedefledik. Taşucu’na vardığımızda akşamdan kalan ayaz ve soğuk bizi tüm şiddetiyle karşıladı. Kum Mahallesi’ne ulaştığımızda yolumuzun üzerinde rüzgarın etkisiyle kopan elektrik tellerine rastladık. Bizi gerçekten çetin bir yürüyüş bekliyordu. Yoldaki donmuş su birikintilerinin görüntüsünü en son çocukluğumda gördüğümü hatırlıyorum.

            Deltanın batı kıyısına kurulmuş olan ve deltayı varlığıyla tehdit eden Kum Mahallesi, sakinliği, dinginliği ve upuzun sahiliyle dikkat çekiyordu. Sahilin sonlarında Doğa Koruma ve Milli Parklar Genel Müdürlüğü’nün denetiminde oluşturulan Deniz Kaplumbağası Yuvalama Alanı’nı gördüğümde,  deltanın ne zenginlikler taşıdığını düşünerek heyecanlandım. Burası Akdeniz’de yaşayan iki kaplumbağa türü olan Caretta Caretta ve Chelonia Mydas’ın yumurta bıraktığı nadir bölgelerden biridir. Koruma altında olan bu alanda deniz kaplumbağalarının yumurtalarını bıraktığı kumsalın uzunluğu, 10 kilometreyi bulmaktadır.

           Kum Mahallesi bittikten hemen sonra maki bitki örtüsü, yoğun kumul bitkileri ve stepleriyle karşılaştık. Artık bir yanımızda deltanın içinde yer alan lagün gölü Akgöl, bir yanımızda Akdeniz’in büyüleyici mavisi yer almaktaydı. Göksu Nehri’nin getirdiği alüvyonlarla oluşumu devam eden Göksu Deltası, Çukurova Deltası’ndan sonra Akdeniz kıyılarındaki ikinci büyük deltadır. Deltada tatlı su gölü olan Akgöl ile tuzlu su gölü olan Paradeniz dışında irili ufaklı birçok göl yer almaktadır. Bu göllerde çok sayıda balık türü bulunuyor. Göller balıkların yumurta döktüğü, yavru balıkların beslendiği ve korunduğu bir alan olarak karşımıza çıkıyor. Deltanın içinde yer alan bu göllerde hem tatlı su hem de tuzlu su balıkları barınabiliyor. Balıkçılık faaliyetleri açısından da Dalyan diye adlandırılan bölgede ciddi faaliyetler göze çarpıyor.

          Bir saatlik bir yürüyüşle artık deltanın derinliklerine girmeye başlamıştık. Yol bu noktada ikiye ayrılıyordu. Dalyan’ı gösteren levhadan sola dönerek yolumuza devam ettik. Delta yanı sıra kuş cenneti olduğu için önemli noktalara yapılan gözetleme kulelerinden deltayı gözlemleme şansını yakaladık. Şubat ayı belki göçmen kuşları görmek için elverişli bir ay değildi ama deltada sürekli yaşayan endemik türlerini görmemize de engel değildi. Kuş türlerinin bazıları deltayı sadece göç yolu olarak kullanırken, bazılarıysa deltayı sürekli bir yaşam alanı olarak seçmiş. Deltada bulunan Akgöl’de 340 çeşit kuş yaşadığını okuduğumda buranın önemini bir kez daha kavradım. Nesli tehlikede olan küçük karabatak, tepeli pelikan, yaz ördeği, saz horozu, dikkuyruk, akkuyruklu kartal, küçük kerkenez ve ada martısı gibi türleri barındırması bakımından oldukça önemli bir deltadır Göksu. Çıplak gözle bu türlerden tepeli pelikanı, küçük karabatakları, leylekleri ve ada martısını gözledim. Tüm bunların yanında deltada hiç görmek istemediğimiz bir şey daha gördüm: Boş fişek kovanları. Alınan tüm tedbirlere rağmen maalesef buralarda hala kaçak avcılık yapılabiliyor. Bir kuşun on gram etini yemek için sergilenen bu vahşet nasıl bir zihniyettir? Birleşmiş Milletler korumasında beş sulak alandan birisi olan Göksu’da bunu anlamak gerçekten mümkün değil. Daha da tehlikelisi içilip bırakılan cam şişelerin, yazın yangınlara sebebiyet vermesi, tahmin edilemeyecek yangınlara sebebiyet vermektedir. Bütün bunlara geçen hafta olduğu gibi kasıtlı olarak çıkartılan yangınlar, yüzlerce kuş türünü barındıran bu doğa harikasını yok etmekte.

         Delta sadece kuşları ve balıkları barındırmıyor elbette. Deltada 34 çeşit sürüngen dışında yaban domuzu tilki, kunduz, porsuk, sincap, vaşak, sansar, kirpi ve tavşan gibi türlerin çok sayıda bulunduğu  tespit edilmiştir. Yine yaz aylarında Toros yılanı, koca engerek, benekli kertenkele ve bukalemun deltanın müdavimleri arasında yer alıyor. Deltayı yazın gezmeyi planlayanlara duyurulur.

         Deltanın büyüleyici güzelliği karşısında saatlerce yürüdüğümüzün farkına vardığımızda artık bir mola vermenin vakti gelip geçmişti bile. Şiddetli rüzgarı siper eden bir balıkçı barakasının kenarında karnımızı doyurduktan sonra yürüyüşümüze kaldığımız yerden devam ettik. Uzaklarda Paradeniz gölünün Akgöl’ün bulanık sularına inat parlayan ışıltılı suları görünmeye başlamıştı. Gölün kıyısında ilerlerken bir otel inşaatı olabileceğini düşündüğümüz, yarım bırakılmış ucube bir yapıyla karşılaştık. Yapılan hatadan dönülmüş ve yapı yarım bırakılmış ama mevcut yapının çirkinliği bütün varlığıyla hala deltayı tehdit eder bir durumdaydı.

           Gölün hemen kıyısında yer alan Hurmalı Köyü’ne çok yaklaşmıştık. Köyün içine girdiğimizde köye verilen bu adın çok anlamlı olduğu aşikardı. Her evin bahçesinde palmiye ağaçlarını andıran hurma ağaçlarının varlığı dikkat çekiciydi. Oldukça küçük olan bu köyün sakinlerinin bir kısmı balıkçılıkla bir kısmı hayvancılık ve tarım faaliyetleriyle geçimini sağlıyordu. Hurmalı Köyü delta içerisinde yer alan 11 yerleşim yerinden sadece bir tanesi ama en dikkat çekici olanıdır desem buranın hakkını teslim etmiş olurum. Hurmalı Köyü’nün çıkışında yol kuzey-güney doğrultusunda ikiye ayrılıyor. Kuzeye doğru gidildiğinde Kurtuluş Köyü üzerinden Silifke’ye varılıyor, biz güneye gitmeyi tercih ederek Dalyan’a ve Paradeniz’in kıyısında kurulan lokantaya ulaştık. Salaş lokantanın kıyısından denizi ve üzerindeki balıkçı teknelerini izlemek çok keyifliydi. Oldukça sakin bir yerdi burası. İnsanların dostluğuna alışmış, rengarenk kuyruğuyla caka satan bir tavus kuşu ve iki köpek konuğumuz oldu. Köpeklerle yiyeceklerimizi paylaşarak karnımızı doyurduk. Gezimizin gerçekten en keyifli anlarıydı bu anlar. Burası saatlerce kalsam ayrılmak istemeyeceğim, deltanın en dikkat çekici yeriydi. Paradeniz gölünün doğusundaki bu kıyılardan, önceki gelişimde güneşin batışını izleme şansım olmuştu. Mersin coğrafi konumundan dolayı Ege bölgesindeki gibi güneşi denizden batıramadığımız bir şehir. Ama burada durum tamamen farklı. Bu bölge Mersin’de güneşin suların üzerinden süzülerek kaybolduğu tek yer. Sırf bu manzarayı izlemek için bile buraya gelmeye değer.

          Önümüzde dönüş için yürüyeceğimiz on iki kilometrelik bir mesafe vardı. Beş kilometre kadar yürüdükten sonra çilek yetiştiriciliğiyle geçimini sağlayan Kurtuluş Köyü’ne ulaştık. Burası Hurmalı’dan daha büyük bir yerleşim yeriydi. Bu arada, bacaklarımızda günün tüm yorgunluğunu hissetmeye başlamıştık. Silifke’ye ulaşıp gezimizi tamamladığımızda, deltanın  doğal güzelliklerini özlemeye başlamıştım bile. Kim bilir buraya bir daha ne zaman, hangi mevsimde hangi güzel dostlarla gelmek kısmet olacak?