Kuşluk vakti ayrıldığımız Eğirdir’den 150 km daha pedal çevirerek Beyşehir’e gecenin ilerleyen saatlerinde ulaştık. Başlangıçta dik yokuşlara rağmen, gölün mavi sularının manzarası eşliğinde ilerlediğimiz kısımları keyifle geçtik ama bu etap, turumuzun en zor etabı oldu. Sürekli kamp yaparak aştığımız mesafeleri bu sefer, yorgunluktan öğretmenevinin yumuşakyataklarında sonlandırdık. Serin bir geceden sonra,turumuzun son gününe gelmenin mutluluğuyla, Beyşehir’in güzelliklerinin içinde kaybolarak turumuzu tamamlayacaktık.
Anadolu’daki ahşap direkli camilerin en büyüğü olan Eşrefoğlu Camii’yle gezimize başladık. 1299 yılında tamamlanan eser Selçuklu mimarisinin özelliklerini taşıyor. Çatı sisteminde kullanılan ağaç yapısı ve ahşap sütunlarıyla çürümeden ayakta kalmayı başarmasının bazı püf noktaları var. Sedir ağacından yapılmış 47’si direk, toplam 602 adet sütun ve kiriş altı ay boyunca suda bekletilip fırınlanmış. Bunların korunması için decamiinin tam orta yerindeki bir kar kuyusu açılmış. Bugün camekanla örtülmüş kısımdan çatıda biriken kar, kuyuya kürünür ve burada depo edilirmiş. Üç metre derinliğindeki bu kar kuyusunun yavaş yavaş erimesiyle ahşap sütun ve kirişlerin nem dengesi korunmuş, kuruması ve çatlaması engellenmiştir. Kuyudaki kar ayrıca yazın sıcak günlerinde serinletici bir etki de yaratırmış. Tamamı ceviz olan ve tek bir çivi çakılmadan ve tutkal kullanılmadan yapılan minber görülmeye değer. Yan cephede güneş, yıldız ve gezegenlerden oluşan bir gökyüzü canlandırılmış. Ön cephede Allah, Muhammed ve dört halifenin isimleri yazılmış. Çini mozaik tekniğiyle yapılan mihrap da yine uzun uzun incelenmeyi hak eder.
1914’te regülatör baraj sistemi olarak yapılan 40 metre uzunluğundaki taş köprü, gezimizde göreceğimiz ikinci eser oldu. Anıtsal güzelliği olantaş köprü Osmanlı’nın kurduğu ilk sulama projesinin bir parçasıdır. Beyşehir’in sembollerinden biri olan eser, aslında Konya Ovası’nı sulama amaçlı yapılmış.
Bizim görmeye fırsat bulamadığımız, içinde insan ve hayvan figürlü çinilerin olduğu, Kubadabad Sarayı ve Hititlerden kalma Eflatun Pınarı adlı kutsal su anıtı görülmeye değer diğer eserler.
Beyşehir’de yaptığımız son etkinlik de turumuzun ana amaçlarından biri olan göl gezisi oldu. Ucu bucağı görünmeyen göle zaten Konya ve Beyşehir halkı deniz diyor. Ülkemizin ikinci büyük gölü olan Beyşehir Gölü deniz gibi gerçekten. Bozkırın içinde bir vahayı andıran gölün çevresi yüksek dağlarla ve ormanlarla çevrili. İki milli park ile doğal, kentsel ve arkeolojik sit alanlarını barındıran göl sazan, sudak, kadife ve sivrisinek balığı türlerine ev sahipliği yapıyor.
Türkiye’de güneşin en güzel batışını izleyebileceğiniz yerlerdendir Beyşehir Gölü. Turkuazın ve mavinin suya yansıyan ışıltısını yine en güzel irili ufaklı 33 adası bulunan Beyşehir Gölü’nden görebilirsiniz. En derin noktası on metreyi geçmeyen gölün giderek çekilmesi, diğer göllerimiz gibiBeyşehir’i de her güzel yerin kaderi olan yok olma tehlikesiyle karşı karşıya bırakmış.Yaptığımız bu gezide tüm göllerimizin tehdit altında olduğunu kahrolarak gördük. Süregelen tüm bu olumsuzluklara rağmen göllerimizin çevreye nasıl bir güzellik ve bereket verdiğine de şahit olduk. Sadece içinde bulunduğumuz güne odaklanan bakış açısıyla, yaşam kaynağı olan göllerimizi kurtarmamız mümkün değil. Köklü çözümlere bir an önce gidilmeli yoksa göllerimiz için çok geç kalınmış olacak.
Antalya Korkuteli’den başlayan Göller Bölgesi Bisiklet Turu’muzu Konya Beyşehir’de tamamladık. Toplamda on gün içinde 600 km yol kat ederek Anadolu’nun eşsiz güzelliklerine şahit olmanın tatlı yorgunluğunu ve mutluluğunu yaşadım. Anadolu’yu gezdikçe bitirebileceğimi düşünüyordum bir zamanlar ama gezdikçe Anadolu gözümde daha da büyüdü, bu güzellikler karşısında ben daha da küçüldüm.