KOLTUK=GÜÇ
Uğurola Mersin, uğurola Türkiye…

Öncelikle bir özür dilemeliyim.
Bu haftaki yazımı özel nedenlerimden dolayı iki gün geç yazmak zorunda kaldım.
Yeni yazım umarım olumlu ilhamlar verir okuyanlara…
BAŞKAN, BAŞKAN!
5-6 Sene önce bir ilçemizde düzenlenen bir fuarın açılışına Mersin Ticaret ve Sanayi Odasını temsilen katılmıştım.
Türkiye’nin dört bir yanından odalar ile borsaların başkanları, sivil toplum kurumlarının başkanları, bazı belediyelerin başkanları, vs. çok sayıda başkan kurumlarını temsil etmek üzere katılmıştı.
Konaklamanın yapıldığı otelin yemek salonunda öğlen yemeğini yiyorduk; herkes bir birine başkan, başkan diye sesleniyordu.
Yaz mevsimi olması nedeniyle tatil amaçlı çok sayıda aile de vardı otelde ve yemek salonunda diğer konuklar da hayli fazlaydı.
Salonda o kadar çok gürültü vardı ki “başkan, başkanım” sesleriyle inliyordu salon; herkes birbirine başkanım diye sesleniyordu.
Otelde tatil yapmakta olan birkaç ailenin oturduğu masaya çok yakın oturuyordum ve kulak misafiri oldum istemeden…
“Nedir bu ya, herkes birbirine başkan, başkanım diye sesleniyor. Ne çok başkan varmış Türkiye’de. Bu kadar çok başkanın olduğu bir Türkiye neden gelişip kalkınamıyor” diye konuşuluyordu masada.
Bir an utandığımı hissettim; ben de o başkanlardan biriydim.
Doğru söylüyordu sözlerin sahibi…
Neden?
Bu kadar çok başkan varken, neden başaramıyorduk?
Koltuğun verdiği gücü toplum için neden kullanamıyorduk?
Ya da koltuğun gücünü yanlış işlerde mi kullanıyorduk?
Ya da koltuğun gücünü yalnızca kendimizi mi güçlü kılmak için mi kullanıyorduk?
Bu koltuk gücü bizi sarhoş mu ediyordu? 
Koltuk gücü iyi niyetliliği ve alçak gönüllüğü yok mu ediyordu?
KOLTUĞUN GÜCÜ MÜ, OTURANIN GÜCÜ MÜ?
Ya da bu iki güç ile kurumun üyelerinin gücünü birleştirerek KURUM GÜCÜ oluşturmak mı?
KURUM GÜCÜ! İşte asıl GÜÇ bu olmalı…
Bu gücü, kurumunun ilkeleri, gelenekleri ve amaçları doğrultusunda; temsil edilen toplumun çıkarları, ait olunan ilin birliği ve dirliği için adaletli, birleştirici, kapsayıcı, katılımcı, kucaklayıcı ve çağdaş bir hizmet anlayışıyla kullanarak kalkınmaya destek olmalıdır KOLTUKTA OTURAN.
Kendimi de sorgulamıyorum diyemem…
Sürekli sorguluyorum kendimi.
Koltuklarda oturanlar sorgulamalı kendilerini…
İnsanlar neden bu kadar hırsla, riyakarlıkla, aldatmacayla, kalp kırmayla, hassas değerleri ve siyaseti kullanarak o koltukları ele geçirmeye çalışıyorlar?
Bu koltuklar ELE GEÇİRİLECEK BİRER KALE MİDİR?
Bütün bu olumsuz davranışları uygulayarak ele geçirdikleri koltuklarda ilkeli, adaletli, çıkarsız ve samimi hizmet yapacaklarına kendileri de inanıyorlar mı?
Yoksa yalnızca o koltuğun gücü mü ilgilendiriyor onları?
Çıkar ekipleri oluşturup kentlerin güçlü kurumlarını ele geçirip bu gücü kullanarak rantlarına rant katmayı amaçlayanlara kesinlikle karşı durulmalı.
Bu tür amaçları olanları iyi ayırt etmeliyiz, farkına varmalıyız bunların.
İLLE DE BİR KOLTUKTA OTURMAK GEREKİYOR MU?
Sorarlar hep…
Neden başkan olmak istiyorsunuz?
Neden milletvekili olmak istiyorsunuz?
Neden bu göreve talipsiniz?
Bir koltuğa talip olanlara hep sorarlar, NEDEN?
Yanıt hazır, HİZMET ETMEK İÇİN!
Ben koltuk olmadan hizmet edemem diyor yani…
Bir başka deyişle koltuğun gücü lazım bana!
Tabii ki liyakatli, samimi, çıkar gütmeyen birçok insan koltuklarda oturarak topluma daha etkili hizmetler, yani somut hizmetler ve yatırımlar yapabiliyor, kalkınmaya katkı sağlıyorlar.
Böyle insanlar da var tabii…
Onları takdir ediyorum.
Gönül ister ki tüm koltuklarda bu tür insanlar otursun.
Ama gerçekten hizmet etmek isteyenler için koltuğa gerek yok.
Birçok alanda, sektörde, ekonomide, bilimde, teknolojide, kültürde, sanatta, sporda o kadar çok bilgili insan var ki!
Onların çoğunun koltuğu yok ama bilgisi var, öz güveni var, gönüllü hizmet duyguları çok gelişmiş, bildiklerini ve deneyimlerini topluma yayarak ilham verme, yol gösterme arzuları var.
Onlar hep aramızdalar, hayatın içindeler; koltukları olmayınca da fark edilmiyorlar.
Çıkar beklemezler; yazdıklarını, çizdiklerini, söylediklerini ne kadar çok insan okuyup dinlerse o kadar iyi görev yapmış olduklarını hissederler.
Gerçek kanaat önderleridir onlar.
Koltuğa gereksinimleri yoktur.
Onları tüm toplum izler, dinler.
Koltuğu olanların çoğu ise pek dinlemez…
Hele siyasetçiler hiç dinlemez; dinlemedikleri gibi onları kendilerine rakip görürler…
MESLEK ÖRGÜTLERİ…
Akademik Meslek örgütlerinin yeri ayrıdır bende…
Bu örgütlerce oluşturulmuş kurumlar daha toplumcu, daha üretken ve daha gerçekçi kurumlar olarak görünüyorlar.
Kurum ilkeleri, gelenekleri, amaçları ve mesleksel bilgileri doğrultusunda katılımcı, toplumcu ve uzlaşmacı bir yöntemle çalışırlar.
Bu örgütlerin üyelerinin mesleksel liyakatleri hayli yüksektir ve kurum koltuklarına verdikleri güçle KURUM GÜCÜNÜ oluştururlar. 
Kendilerini bilgileriyle göstermek isterler…
Kurumlarının gücünü belirli çıkar grupları için değil tüm toplum adına arkalarına alıp kapsayıcı ve üretken çalışırlar.
İncelenmeye değer ve dikkate alınması gereken kurumlardır…
MERSİN’İN SAHİBİ…
Mersin’in sahibi yok denir hep…
Mersin’in sahibi sessiz çoğunluktur; yüksek liyakate sahip olanlar, bilgisini ve deneyimlerini topluma aktarıp ilham verenler, kurum gücünü oluşturanlar, toplumcu ve aydın düşünenler, çıkar gözetmeyenler, hassas değerlerini kullanmayanlar ve kullandırtmayanlar, siyasetin ve siyasetçinin esiri olmayanlardır.
YENİ BİR YAZI DİZİSİNE BAŞLIYORUM: MERSİN’İN SAHİBİ
Doğrulukla hizmet etme potansiyeli yüksek, çıkar gözetmeyen, bilgisini ve deneyimlerini toplum için kullanmayı içselleştirmiş toplumcu davranan kurumlar, sivil toplum örgütleri ve kişiler ile bir GÖRÜŞME MARATONU olacak MERSİN’İN SAHİBİ.
Amacım Mersin’in Sahiplerini harekete geçirmek ve MERSİN GÜCÜ’NÜN oluşmasına önayak olmaktır.
Mersin mozaiğini çatışma durumundan çıkarıp birlik içinde işlevsel duruma gelmesini, durağan olanaklarını harekete geçirip Mersin’e değer katmasını ve ÖNCE MERSİN düsturunun akıllara kazınmasını sağlamak için bir adım olacaktır diye umuyorum MERSİN’İN SAHİBİ yazı dizisi…
Hoşça kalın, çok yakında MERSİN’İN SAHİBİNDE buluşmak üzere…