Düğmeler, kadın ve erkek giysilerinde neden farklı yönlerde olur hiç düşündünüz mü? Bu durumun nedeni 13. yüzyıla dayanıyor. O zamanlar düğmeli giysiler, maddi durumu iyi olan kişilerde görülüyor. Bu insanların, genellikle de kadınların giyinmelerine yardımcı olan çalışanlar mevcut. Kadın giysilerindeki düğmeler, çalışanların daha rahat ilikleyebilmeleri için ve insanların da çoğunlukla sağlak olduğu düşünülerek sol tarafa dikiliyor. Erkekler ise kendileri giyindikleri için kıyafetlerindeki düğmeler de sağ tarafta yer alıyor.
Gelenekler ve alışkanlıklar geçerliliklerini yitirseler, hatta mantıksız da olsalar; onlardan vazgeçemiyoruz. Düğme örneğini bu yüzden verdim. Çünkü günümüzde hizmetçisi olan kişi sayısı oldukça az ve bu kişiler de çoğunlukla kendileri giyiniyor. Buna rağmen, hâlâ kadın kıyafetlerinin düğmeleri çoğunlukla sol tarafta. Ortaya çıkış amacı kolaylık sağlamak olan bu yön farkı; günümüzde işlevini yitirmesine, hatta giyinmeyi zorlaştırmasına rağmen aynı şekilde devam ediyor.
Özetle, alışkanlıklar ve gelenekler kolaylıkla değiştirilemiyor. Bu durum tüm dünyada böyleyken, ülkemizde ise çok daha katı bir şekilde karşımıza çıkıyor. Mantıklı ya da mantıksız olmasını önemsemiyor, değişimden kaçıyor ve sorgulamaktan imtina ediyoruz. Mesela; bir yerlere sağ ayakla girmek, kurşun döktürmek, su dökerek uğurlamak, çaput bağlamak, tahtaya vurmak, ölünün ardından belli aralıklarla toplanmak (7,21,40) gibi gelenekler ve inanışlar; eski şaman gelenekleri olmalarına rağmen, günümüzde hala etkilerini sürdürüyor. Bunlar nedir, niye yapıyoruz mesela! Sorgulamadığımız gibi bunlara sıkı sıkıya da sarılıyoruz. Çünkü böyle gördük. Değişimi ne düşünebiliyor ne de kabul edebiliyoruz.
Geleneklere bağlı olmak çok mu kötü bir şey? Değil tabii ki! Fakat inandığımız şeylere o kadar bağlıyız ki bu durumun yarattığı sorunlar içinde boğuluyoruz. Üstelik bizdeki bağlılığın yanında, dayatma kültürü de var ne yazık ki. İnandığımız şeylere başkalarının da inanmasını bekliyor, aksi durumda ise sinirleniyoruz. İnançlarımıza saygı duyulmasını bekliyor, fakat aynı saygıyı bizden farklı düşünenlere karşı göstermiyoruz. Toplum bilincine sahip olmadığımız için sürekli bir çatışma halindeyiz. Hatta, toplumun kelime anlamını bile bildiğimizden şüpheliyim.
Cidden nedir toplum? Sözlük anlamıyla; aynı coğrafyayı paylaşan, yaşamlarını devam ettirebilmek için işbirliğine ihtiyaç duyan, farklı görüş ve düşüncelere sahip olsalar da temel çıkarlarını gerçekleştirmek için işbirliği yapan insanların örgütlenmesidir diyebiliriz. Biz ise toplum olmayı becerememiş bir kalabalığız. Birbirimize saygımız olmadığı gibi, bireysel çıkarlarımızı toplumsal faydanın önüne koyan, bir arada yaşama mecburiyetinde kalmış insanlarız.
Gündemde olan bir örnekle devam edeyim. Geçtiğimiz günlerde, Kadir Has Üniversitesi'nde yaşanan bir hadiseden bahsetmek isterim. Olay özetle şöyle: Bir akademisyen, üniversitenin ibadethanesini kullanan kişilerin ayakkabılarını kendi odasının önüne koymalarına tepki gösteriyor. Akademisyen, ayakkabı ve çantalar için ayrılan yerler olduğunu söylemesine rağmen; olay "Mescide ayakkabıyla girildi." muhabbetine ve klasik bir siyasal islamcı mağduriyetine dönüşüyor. Akademisyeni kameraya alan dinci grup, seccadeye basıldığını iddia etmesine rağmen görüntülerden de anlaşılacağı üzere; basılan yer seccade değil, girişteki halıfleks. Fakat akademisyeni kayıt altına alan kişiler de biliyor ki din üzerinden mağduriyet yaratırsak haklı çıkarız. Muhtemelen de böyle olacaktır. Çünkü dinci kesim, arkalarında tüm gücüyle duran bir siyasi iktidar olduğunun farkında.
İşte bu durumu, toplum olamadığımızın kanıtına basit bir örnek olarak verebiliriz. Hemen her gün, buna benzer başka bir olaya denk gelebiliyoruz. Kişiler inandığı şeyleri sorgulamadan, körü körüne ona sahip çıkabiliyor ve elindeki tüm gücü, kendinden olmayan kişiye karşı kullanabiliyor. Oradaki mağduriyet yaşadığını iddia eden dinci gençlere soruyorum: Halıfleks ne zamandan beri kutsalınız oldu? Temizlik imandan gelmiyor muydu? Başkalarını rahatsız etmeye ve din adı altında size öğretilen hurafeleri, önünüze gelene dayatmaya hakkınız var mı? Düşmanca tavır aldığınız akademisyen işinden olunca, kul hakkı yemiş olmayacak mısınız? Olay öyle bir yere doğru ilerliyor ki şu an gülüp geçtiğimiz; yol ortasında/toplu taşıma araçlarında ibadet eden kişiler de ilerleyen zamanlarda mağdur olduklarını iddia edecekler.
Bizim gibi toplum olamamış kalabalıklarda, gelenekler ve inanışlar (iyi veya kötü) çoğunluk tarafından hiçbir şekilde sorgulanmadığı için bu bağımlılıklarımız, birbirimizden daha fazla ayrışmamıza neden olur. Bunu besleyen, böyle olmasını isteyen ve bundan beslenen güçler tarafından yönetildiğimiz için; güzel bir gelecek görme şansımız da yok denecek kadar azdır.