(Geçen haftadan devam) Günümüzde, iletişim bilimciler arasında medyanın, toplumu ve kitlesel hareketleri yönetme ve yönlendirme ve sosyal paylaşımların odağındaki medya araçları aracılığıyla aynı zamanda asosyal kitleler yaratma ve popüler kültürü yaygınlaştırarak toplumdaki egemen kültürü pekiştirme gibi olumlu ve olumsuz pek çok etkileri olduğu konusunda yeni bir paradigma oluşmuştur. Medyanın bu ve benzeri etkileri nedeniyle bazı toplumlar, çeşitli sosyal psikolojik yöntemler ve iletişim teknikleri kullanılarak, ticari alanda satın alma tercihlerini yaparlarken, çeşitli konular hakkında kamuoyu oluşturulurken ve özellikle de siyasal davranış, tutum ve tercihleri belirlenirken ve seçim zamanlarında ise oy kullanma kararları alırlarken medya tarafından etkilenmekte ve yönlendirilebilmektedirler. İşte günümüzde, medya tarafından bu şekilde yönlendirilen toplumlara medyatik toplumlar denilmektedir. Örneğin, bireyin milyonluk kalabalıklar içerisinde yapayalnız kaldığı, kendine ve toplumuna yabancılaştığı, toplumsal anominin yaygınlaştığı kozmopolit toplumların medya tarafından çok rahatlıkla yönlendirilebildikleri gözlenmektedir. ABD ve Bazı Gelişmiş Avrupa Birliği ülkeleri toplumları, bu çeşit medyatik toplumlardır. Son yıllarda medyanın giderek tekelleştiği ve büyük oranda siyasal iktidarın güdümüne girdiği ülkemizde de medyanın yayın politikalarına ve olası etkilerine bakılarak, medyatik bir toplum yaratma yönünde çeşitli adımlar atılmakta olduğu gözlenmektedir. Bu ve benzeri girişimler aynı zamanda bir kara propaganda örneğini de oluşturmaktadır. Ve ne yazık ki ülkemizde, kara propaganda yöntem ve tekniklerini uygulayan medya organlarının sayısının giderek daha da yaygınlaştığına tanık olunmaktadır. Latince kökenli bir sözcük olup bugün artık dilimize iyice yerleşmiş olan propaganda sözcüğü, Türk Dil Kurumu sözlüğünde; “bir öğreti veya düşünce ya da inancı başkalarına tanıtmak, benimsetmek ve yaymak hedefiyle yazı, söz ve benzeri yollarla gerçekleştirilen çalışma ve yayma faaliyeti” olarak tanımlanmaktadır. Bizim ülkemizde iktidar olmanın yolu vatandaşın oyunu almaktan geçtiğinden; siyasal partilerimiz ve siyasetçilerimiz, Makyavelist bir yaklaşımla oy almak için başvurulacak her yolu mubah görmektedirler. Bu anlayış bazı siyasetçilerimizi, çok rahatlıkla kara propaganda yapma yollarına sürükleyebilmektedir. Aslında halk nazarında pek de itibarlı bir yeri olmayan kara propaganda; propaganda türleri arasında en kapalı olan, beyaz propagandanın aksine, kaynağı belli olmayan ve kaynağın kendi kendini gizlemeyi amaç edindiği propaganda olarak tanımlanabilir. Bu propaganda türünde yalan haber, iftira, çarpıtma, hile, entrika ve benzeri uygulamalara çok rahatlıkla başvurulmaktadır. Kara propaganda ile var olmayan bir olay ya da olgu varmış gibi yansıtılmaya çalışılmaktadır. Kaynağı gizli olan bu propaganda türünde; iddia edilenden başka bir merkezden gelen bilgiler yayılarak kitleler yanıltılmakta ve bilgi kirliliği yaratılmaktadır. Asıl kaynak bellidir ama, başka bir kaynaktan geliyormuş gibi gösterilmek istenmektedir. Bu propaganda türünde gerçekler gizlenmekte, inançlar değiştirilmekte ve sansasyonel haberler yayılarak kamuoyu sarsılmaya çalışılmaktadır. Kara propagandanın asıl amacı, yerleşmiş bir inancı yıkmak ve halkı kendi içinden çıkardığı liderlerden soğutmaktır. Kara propagandaya başvuranlar, insanları şüpheli, kaygılı, mutsuz ve zihni karışıklık içerisinde tutmak arzusundadırlar. Kara propaganda için kişilik zaafları çok önemlidir. Alkol, uyuşturucu, kadın düşkünlüğü, siyasî hırs, particilik, bencillik ve megalomanlık gibi bazı özellikler kara propagandanın hareket noktası olabilmektedir. (Övür, A. İletişim Çalışmaları Dergisi. S.67) Kara propagandanın, uygar ve gelişmiş bir toplumda çok ilkeli ve düzeyli bir şekilde sürdürülmesi gereken siyasi faaliyet ve rekabeti, adeta bir kan davasına dönüştürme, toplumdaki kutuplaşma ve kamplaşmayı tetikleme ve bazı toplum kesimlerini ötekileştirme gibi çok olumsuz etkileri vardır. Kara propagandanın sakıncalarının giderilebilmesi için her şeyden önce siyasetin dilinin yumuşatılması, demokratik teamül ve geleneklerin yerleştirilmesi, siyasal etik yasasının mutlaka çıkartılması ve her şeyden önemlisi de tıpkı gelişmiş demokratik ülkelerde olduğu gibi siyasetçilerin, siyasal propaganda için yapacakları harcamalara makul bir sınır getirilmesi ve siyasal propaganda amacıyla yapılan harcamaların çok sıkı bir biçimde denetime tabi tutulması gerekmektedir. Yoksa, hiç birimizin asla olmasını arzu etmediği, siyasetin dilinin, siyasi mücadele ve rekabetin daha da sertleşmesi ve toplumsal gerilimlerin arttırması gibi olumsuzluklarla karşılaşmamız kaçınılmaz olacaktır. Böyle bir azgelişmişlik görüntüsü ise, içerisinde yaşamakta olduğumuz şu yapay zekâ, robotik ve nanoteknoloji çağında, ülkemize hiç ama hiç yakışmayacaktır.

MEÜ E. Öğr. Gör. Uzm. Celal TEZEL