Dünyada sosyal belediyeciliğin, 1601 yılında İngiltere’de çıkartılan “Yoksulluk Yasaları”yla başladığı kabul edilir. İlk sosyal belediyecilik, İngiltere’nin Glasgow şehrinde başlamıştır. 1832-1848 yılları arasında görülen kolera salgını, bu şehirde çok hızlı bir şekilde yayılmış ve sınıfsal özelliklerine bakılmaksızın herkes için bir tehdit haline gelmiştir. Yoksulluk ve sefaletin de yoğun olarak görüldüğü bu şehrin yönetimi belediyeye bırakılmıştır. Başarılı bir yönetim göstermesi nedeniyle öteki kent belediyelerine, diğer Avrupa ülkelerine ve oradan da dünyaya yayılmıştır. 1871 yılında kurulan Paris Komünü, sosyal belediyeciliğin Fransa’daki ilk örneği olarak kabul edilir. Paris Komünü, Paris halkının kamu hizmetlerinin yerine getirilmesinde söz sahibi olmalarına olanak tanıyarak şehir yönetiminde doğrudan demokrasinin uygulanabilir olduğunu göstermiştir. Mülk ve servet sahibi olmayanların tarihte ilk kez yönetici sınıf haline gelmelerini sağlayan Paris Komünü’nün Avrupa belediyeciliği üzerindeki etkileri bütün bir 20’inci Yüz yıl boyunca sürmüştür.  Sosyal belediyecilik, tarihte her zaman tüm insanlığı etkileyen büyük felaketlerin ardından kurtuluş çaresi olarak başvurulan bir yerel yönetim şekli olmuştur. Örneğin I. Dünya ve II. Dünya Savaşlarından sonra Avrupa’daki yerel yönetimlerin tamamında sosyal belediyecilik uygulanmıştır. Bu yerel yönetimler o kadar başarılı olmuşlardır ki; devamında kendi ülkelerindeki mensubu oldukları sosyalist ve sosyal demokrat partileri siyasal iktidara taşımışlardır. Bugün gelinen noktada; “Avrupa Birliği ülkeleri sahip oldukları refah ve uygarlık düzeyini sosyal belediyeciliğe borçludurlar.” Türkiye’de ise sosyal belediyecilik, ilk kez 1973 yılında işbaşına gelen CHP’li belediyelerde toplumcu belediyecilik programıyla ortaya konulmuştur. 1977-1980 yılları arasında CHP’li belediyeler, savurganlığı önleyip, kaynakları en verimli şekilde kullanmaya yönelerek, yeni kaynak arayışı içine girmişlerdir. Bu dönem, belediyelerin, asfalt, halk ekmek fabrikaları kurma, düğün salonu, halk plajları, otopark ve Tanzim Satış Mağazaları (TANSAŞ) gibi yerler işletmek suretiyle kendi öz gelirleriyle hizmet vermeye çalıştıkları bir dönem olmuştur. Yine bu yıllardaki sosyal belediyeciliğe, Paris Komünü’ne benzeyen bir devrim niteliğinde olan Fatsa deneyimi de örnek olarak gösterilebilir. Fatsa deneyimi, yöre halkının belediye yönetimine doğrudan katılımını sağlayan devrimci bir belediyeciliktir. Türkiye’de toplumcu belediyeciliğin ulaştığı en ileri aşamadır. Fatsa deneyimi 1979 yılında Fikri Sönmez’in belediye başkanlığına gelmesiyle başlamıştır. Fikri Sönmez yönetimi, belediye faaliyetlerine halk katılımı, halk ve belediye arasındaki dayanışma ve belediyelerin kendi aralarındaki yardımlaşma bakımından ülkemiz için öncü bir uygulama olmuştur. Günümüzde de yine, dünyada ve Türkiye’de yaşanan ekonomik krizler, savaşlar ve doğal afetler nedeniyle derin yoksulluğun yaygınlaşması ve dezavantajlı grupların çoğalması gibi nedenlerle kaçınılmaz bir şekilde sosyal belediyecilik ön plana çıkmıştır. Özellikle büyük şehirlerimizde sosyal yardım ve destekler sağlamak amacıyla belediyelere yapılan başvurularda adeta bir patlama yaşanmaktadır. Günümüzde Tunceli’de Fatih Mehmet Maçoğlu belediyeciliği, Mansur Yavaş’ın 7.500.-TL maaş alan emeklilere 1.000.-TL destek sağlaması, Ekrem İmamoğlu’nun okulöncesi öğrencilerine süt yardımları, dezavantajlı gruplara verdiği inanılmaz büyüklükteki sosyal yardım ve destekler, Mersin Büyükşehir Belediye Başkanı Vahap Seçer tarafından hayata geçirilen sabahları ildeki tüm öğrencilere sıcak çorba dağıtması, muhtaçlara sürekli ve düzenli yemek yardımı yapılması, yeterli düzeyde ve kaliteli gıda kolilerinin dağıtılması, evde bakım ve temizlik hizmetleri, üniversiteye hazırlık kursları verilmesi, öğrencilere burs desteği sağlanması, ulaşımın sübvanse edilmesi, refakatçi misafirhanesi, öğrenci yurtları, cenaze sahiplerine yapılan yardım ve destekler, hayvancılıkla geçinenlere  verilen yem desteği, kırsal mahallelere yapılan gübre ve gıda yardımları ve bunlara benzer daha pek çok yardımlar sosyal belediyeciliğin en güzel ve örnekleri ve uygulamaları arasında yer almakta ve taraflı ve tarafsız herkesin beğenisi ve çok büyük takdirleri ile karşılanmaktadır. Elbette ki bu hizmetlerin sürekli ve düzenli olarak yerine getirilebilmesi için çok büyük maddi kaynaklara ihtiyaç duyulmaktadır. Bu nedenle, sosyal belediyecilik uygulamalarını başarılı bir şekilde sürdürmek isteyen belediyelerin, kendi gelir kaynaklarını yaratmaları, bunun için de üretici belediyecilik uygulamalarına geçmeleri gerekmektedir. Yoksa mevcut durumuyla imkânlar zorlanarak yapılan sosyal belediyecilik kısa bir süre sonra başarısızlıkla sonuçlanabilir. Böyle bir başarısızlık durumunda ne kadar iyi niyetli olurlarsa olsunlar belediye yönetimleri ağır bir siyasi fatura ve bedel ödemek zorunda kalabilirler.