Babam PTT memurluğundan emekli oldu. Büyük ve küçük amcam PTT müdürlüklerinden emekli oldular. Soy ailemizde de PTT görevlileri var. Biraz da bu nedenlerledir ki PTT işleyişlerini yakından öğrenme şansım ve şansımız oldu.
Posta kutuları vardı bir dönem. PTT binalarında olmak üzere aylık ödemelerle hizmete sunulurdu. Özellikle mektuplara kolay ulaşmanın bir yoluydu. Diyarbakır PTT’sinde benim de 1972 yılı itibariyle bir posta kutum olmuştu. Zaman zaman uğrayarak açar ve mektuplarımı alırdım.
Telefon iletişimi ise tam bir hikâye idi. Hatta şimdi anlattığımda “Yok artık,” denilecek kadar da yavaş ve şimdiki zamana göre oldukça ilginçti.
Her ne kadar tekrar olacaksa da anlatalım…Diyarbakır’dasınız. İstanbul’daki amcanızla telefon görüşmesi yapmak istiyorsunuz. PTT’ye gidip ilgili memura açıklama yapıyorsunuz. İlgili memur sizden amcanızın adresini istiyor ve yazıyor. Siz dört ya da beş tane olabilen kabinlerin önündeki banklara oturuyorsunuz. İstanbul’daki memura sizin talebiniz iletiliyor. İstanbul’daki memur amcanızın adresine gidip sizin isteğinizi bildiriyor. (Tabii evde ise amcanız…) Amcanız İstanbul PTT’sine (Semt de önemli) geliyor ve O da orada beklemeye başlıyor. Sonra bir ses “Saadet ………. Dört numaralı kabine” diyerek telefon görüşmenizin gerçekleşmesini sağlıyor.
Telefon görüşmesi sırasında hatlardaki karışıklıkları saymıyoruz… (Filmlere konu olan)
Yıllar geçti. Teknoloji ve iletişim ağı da değişmeye ve gelişmeye başladı. Evlerimize, aylarca ve hatta yıllarca beklediğimiz, sıramız geldiğinde aldığımız ve hatta lüks sayılabilen, önce çevirmeli sonra da tuşlu telefonlar girmeye başladı.
Teknoloji durmuyor elbette. Değişimler ve gelişimler sürdü. Önce otomatik aramalı telefonlar kullanımımıza sunuldu. Ve şu aşamada ceplerimizde taşıdığımız, dünyayı küçülten ve avuçlarımıza sığdıran, saniyelerde ulaşabildiğimiz ve hatta bilgi edinme araçları olarak da kullanabildiğimiz telefonlara sıra geldi.
Yapay zekâ konuşuluyor şimdilerde.
Önce bilgisayarların esiri olmuştuk. Sonra cep telefonlarının ve şimdi de yapay zekâ esiri olmaya meylettik.
Araçlar ne kadar gelişirse gelişsin, dünyayı avuçlarımıza değil de parmak uçlarımıza sığdırabildiğimiz kadar sığdıralım, Bilgiye saniyelerde ulaşalım… Sonuçta hepsini bulan, yapan, geliştiren İNSAN ve beynidir!
Ne yazık ki bütün bunlara esir olmaya can atıyor gibiyiz.
Geçtiğimiz günlerde bir video dolaşıyordu sanal dünyada. Gelecekte TEK TİP İNSAN olmaya doğru gidiş var diye. Nasıl mı?
Ellerdeki cep telefonlarıyla; önce aile bireyleriyle iletişim kesildi. Sonra arkadaşlıklar bitti. Soy zaten çoktan bırakılmıştı. Etki-Tepki olmayınca, fikirler yarışmayınca, tartışmalar yok edilince, teknolojik esirlik almış başını gidiyorken, bilgiler tek elde toplanmışken elde var; TEK TİP İNSAN!
Yok, şaka değil. Gerçeğin tam da kendisi…
İstiyor muyuz?
Yadırgadık mı?
“Olmaz böyle bir şey,” mi dedik?
Sadece “Olmaz,” demekle ulaşamıyoruz çözüme…
Teknolojiye evet, gelişime evet, ama esarete HAYIR!