Diyanet İşleri Başkanlığının kuruluş amacı nedir?

Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluş döneminde başta M. Kemal Paşa olmak üzere dönemin devlet kadroları, Fransız İhtilali’nin kurucu fikir ve değerlerinin etkisindeydiler. Bu fikirlerden biri de din ve devlet işlerinin birbirinden ayrı ele alınması gerektiğine dairdi.((Laiklik ilkesinin gereği.)Aslında bu durum Türkiye ve Ortadoğu için tarihi bir fırsattı. Fakat maalesef bu fırsat laikliğin; topluma bir din gibi dayatılmasıyla tepildi. Bu jakoben yaklaşım, bugünkü siyasal İslamcı ideolojinin 'Cumhuriyet'e' öfkeli kitle tabanın oluşmasına da neden oldu. Özellikle 28 Şubat Postmodern darbesiyle bu dayatma ve toplumda bu dayatmaya karşı gelişen öfke ve nefret, zirvesini yaşadı. Gerçek anlamıyla laikliğin uygulanmasının bu bölge insanı için bir kurtuluş aşaması olacağı tespitini,Hz. Ali’nin bir sözünü referans alarak yapıyoruz: Devletin dini olmaz; devletin dini ancak adalettir.))Buna binaen yeni rejimin ideoloğu Atatürk, dinin ve din adamlarının etkisini devlet yönetiminden ve sosyal hayattan topyekun silmek istiyordu. Çünkü Osmanlı Devleti'nin yaşadığı gerileme ve yıkılma sürecinin müsebbibi olarak dini görüyordu. İşte tam bu noktada Sosyolog Ziya Gökalp devreye girerek Atatürk’ü bu fikrini uygulamaktan vazgeçirdi. Gökalp, Paşa’ya; ''Diyanet İşleri Başkanlığını' kurarak toplumun inançsal taleplerini bu kurumun tekeline almanın, toplumu sevk ve idare etme de daha kolay ve faydalı bir yol olduğuna dair'' düşüncesini empoze etti. Gökalp, bu fikrini temellendirirken de; Osmanlı devletindeki Şeyhülislamlık kurumunun toplumsal fonksiyonunu dayanak yapmıştı. Trajiktir bu fikrin sahibi Ziya Gökalp, bir ateistti.

Diyanet İşleri Başkanlığı günümüz toplumunda neye hizmet etmektedir?

Siyasal İslam İdeolojisinin devlet ve toplum yönetiminde şu anda en etkili ideolojik aygıtı, Diyanet İşleri Başkanlığıdır. İktidar tarafından kuruma ayrılan bütçe birçok bakanlığın bütçesinin toplamından fazladır. Diyanet, mevcut iktidarın adaleti yok sayan ve gücü elinde tutmaktan başka bir gayesi olmayan politikalarının, meşruiyyetini topluma kabul ettirme de ve kitle tabanını, dini referanslı bir söylemle razı etmenin en önemli merkezi durumunda. Ve bunu da camilerdeki imamlar vasıtasıyla yapmakta. Bu amaca dönük olarak özellikle son 20 yılda, camii imamlarının özlük hakları inanılmaz düzeyde bir iyileştirmeye tabi tutuldu. Ancak bununla birlikte Alevi kardeşlerimizin, ibadet yeri olan Cemevlerinde görevli din adamları ‘Dede'lerin’ resmi statüsünü tanımayarak; Cemevleri için herhangi bir ödenek ayırmamaktadır. Bu haksız uygulamanın da bize göre iki ana nedeni var;

1-Tarihi kökeni 1400'lü yıllara kadar dayanan Alevi düşmanlığını da bünyesinde barındıran Türk-İslam sentezi fikri.

2-Alevilerin başta CHP olmak üzere muhalefet partilerine oy vermesi.

 Oysaki; Alevi kardeşlerimizde Sünni inanışa sahip vatandaşlar gibi vergisini ödemektedir. Bu adaletsiz uygulama, temel insan haklarına tamamen aykırıdır.

Demokrasi'nin hakim olduğu toplumlarda, devletler bu tarz bir kurumlaşmaya gidiyor mu?

Atılımcı demokrasinin hakim olduğu devlet yönetimlerinde, toplumun dini inanışı, devletin inşa ettiği bir kurumun tekelinde değil; aksine bu hak toplumun kendi uhdesine bırakılmıştır. Kilise veya sinagogların vb. dini mekanların tüm masrafları, o inanca mensup inananların sorumluluğundadır. Aslında doğru olan uygulama da budur. Bu tür ortamlardan ancak samimi dindarlık gelişir. Ortadoğu ve Türkiye gibi ülkelerden de ancak 'dinci kişilik' tipi ortaya çıkar. (Dindar; samimi ve maneviyat dolu kişidir. Dinci ise samimiyetini yitirmiş dini ritüelleri alışkanlık boyutunda ele alan ve uygulayan kişilik modelidir. Dincinin dilinde maneviyat; pratiğinde ise maddiyat vardır.)

Çarşamba cemaati ve Menzil cemaati devlet için neden bu kadar önemli? 

TÜrkiye Cumhuriyeti Anayasasında temel iki düşman tanımı yapılmıştır;

1-İrtica

2-Bölücülük

Normalde bu iki yapı irticai faaliyetler kapsamında ele alınması gereken sosyolojik gruplardır. Fakat devletin ali çıkarları bunun önüne geçmektedir.

Çarşamba cemaatine İstanbul'un göbeğinde her türlü fundamentalist dini faaliyetini gerçekleştirme imtiyazını veren devlet bununla, aslında o bölgede bulunan Fener Rum Patrikhanesi'nin Ekümeniklik( dünyadaki tüm Ortodoksların  liderliği) iddiasını boşa çıkarmak ve Patrikhane'nin diğer misyonerlik faaliyetlerini yerinde pasifize etmeyi amaçlamaktadır. Buradan da anlaşılacağı üzere Çarşamba cemaatinin asıl misyonu bu.

Menzil cemaatiyse; başta bulunduğu bölge olmak üzere; Türkiye genelinde, eğitim düzeyi düşük dindar Kürt kesimine hitap etmekte. (Türk nüfusun da çok az bir tabakasına.)  Burada hedeflenen, bahse konu Kürtlerin sistemle entegrasyonunu bu cemaat eliyle gerçekleştirmektir. Çünkü bu cemaatsel mensubiyet, iktidara blok halinde oy verme anlamına gelmektedir. Bu yüzden de bu yapı, devlet ve iktidar için büyük bir önem arz etmektedir.

(İleride cemaatlerle ilgili bir yazı dizisi yayınlayacağız. Orada alabildiğine bu yapıları en mahrem noktalarına kadar analize tabi tutmayı hedefliyoruz.)