"Yapamadığım birçok şey var
Hem tatminsizim hem günahkâr. 
Sen beni bu şehirden kurtar
Bir yer bulalım, dünyadan uzak…" 

 Sözleriyle yolculuğa çıkanların hikayesi…
 “Dünyadan Uzak” aslında Pinhani'ye ait şarkı Müslüm Gürses notaları ile büyük beğeni topladı. 
Şimdi ise Hayatın karmaşasından ve kendi iç dünyasının zorluklarından kaçmak isteyenlere... Makaleye biraz entelektüalizm biraz da edebiyatı yaklaşım sergilemek istiyorum. Acılı hayatın çıkmazındaki Maria’yı anlatmak istiyorum.
 Gözleri, uzun yılların yorgunluğunu ve içsel çekişmelerini yansıtıyordu. Maria, hayatının birçoğunu yapamadıklarıyla, tatminsizlikle ve günahkâr hissettiği anlarla mücadele ederek geçirmişti. 
Birçok insan gibi o da şehrin gri duvarları arasında sıkışıp kalmış, ruhunu besleyen doğal yaşamın ve özgürlüğün eksikliğini derinden hissediyordu.
Maria'nın çocukluk hayalleri, doğanın sesini dinlemek ve hayal kurduğu dünyayı keşfetmekti. Ancak hayat, onu kentin beton yığınlarına, gri gökyüzüne ve sürekli telaş içinde geçen günlerine hapsedivermişti. 
İşte bu yüzden, geceleri sahilde gökyüzündeki yıldızları izlerken, 
"Yapamadığım birçok şey var... 
Hem tatminsizim hem günahkâr" şarkısını dinlerdi. 
İçindeki özlem, bir yer bulup dünyadan uzaklaşma arzusu Maria'nın ruhunu kemiren en büyük acıydı.
Yaşadığı tatminsizlik ve günahlarından kaçmak isteyen Maria, dünyadan uzakta, huzurlu bir yaşamı, kaçış ve içsel huzuru bulma şansını yakalamak istiyordu.
Ancak Maria için gerçek kaçış, iç dünyasında yaptığı yolculukta başladı. Sahilde gece yıldızları seyrederken, geçmişin gölgeleriyle yüzleşti, hayallerini ve hatalarını anlamlandırmaya çalıştı. 
Müslüm Gürses notaları ile 
“Yine gözümüz yükseklerde
 Hayat geçiyor perde perde
 Doydum artık bana müsaade
 Bir yer bulalım, dünyadan uzak “  
Şarkının nakaratına eşlik ediyordu. Artık kendi iç sesiyle yüzleşme ve hayatın anlamını yeniden keşfetme çağrısına dönüşmüştü. Maria sadece dünyadan uzaklaşma değil, aynı zamanda kendisiyle yeniden barışma ve hayallerini gerçekleştirme fırsatı arıyordu. İnsanların içsel yolculuklarında buldukları huzur, dış dünyanın sunduklarından çok daha değerliydi. 
Gökyüzüne baktığında, milyarlarca yıldızın arasında kaybolmuş gibi hissediyordu bazen. Bu sonsuz uzayda, insanların birbirlerine olan mesafesi, zaman zaman sadece fiziksel değil, duygusal olarak da derin izler bırakabiliyor. 
İnsanlar arasındaki uzaklık, sadece coğrafi mesafelerle ölçülen bir şey değil. Zamanla büyüyen, bazen yıllarca süren sessizlikler ve iletişim kopuklukları, kalpler arasında yaralar açabiliyor. Fakat bazen, dünya üzerindeki en uzak mesafeler, haritada çizilenlerden çok daha fazlasını ifade ediyor. 
Bir zamanlar birlikte yürüdüğümüz yolları artık aynı hızla yürümediğimizde hissedilen mesafe, belki de en yıpratıcı olanıdır. 
Oysa gerçek yakınlık, fiziksel mesafelerden bağımsız olarak kalpler arasında kurulan bağlardır.
Belki de en dokunaklı olanı, bir sevdiğinizin öteki ucunda olmanın getirdiği hissidir. 
Fiziksel olarak binlerce kilometre uzakta olabilirsiniz, ancak kalbinizdeki sevgi, o kişiyle olan bağınızı hiçbir zaman zayıflatmaz. 
Ve işte bu, insan ruhunun en derin çelişkilerinden biridir. Ne kadar uzakta olursak olalım, sevdiklerimize olan bağımız, onların bizim için ne kadar önemli olduğunu gösterir. 
Belki de uzaklık, aslında bağlılığın ve sevginin ne kadar güçlü olduğunu ortaya çıkarır. Birini özlediğinizde, o kişi sizin için ne kadar değerli olduğunun en somut göstergesidir.
Bu dünyada, zaman zaman hayat bizi farklı yönlere sürükleyebilir. İnsanlar, işler, sorumluluklar derken, birbirimize olan fiziksel yakınlığımız azalabilir. Ama bu durum, duygusal bağlarımızı zayıflatmıyor. 
Hayatta önemli olan şeylerin farkına varmak ve onlara zaman ayırmaktır. Sevdiklerimizle zaman geçirmek, onları dinlemek, duygularını ve düşüncelerini paylaşmak, aradaki mesafeyi kısaltır. 
Ne kadar uzakta olursak olalım, kalbimizdeki sevgi ve hatıralar bizi bir arada tutar.
Dünya da insanlar birbirlerinden uzak olsa da, sevgi ve bağlılıkla örülen köprülerle birbirlerine her zaman yakındır.
Çünkü gerçek yakınlık, kalpler arasındaki sıcaklıktır ve bu sıcaklık, hiçbir mesafenin ya da zamanın engelleyemeyeceği bir güçtür.
Cahit Zarifoğlu’nun insanın iç dünyasındaki özlemlerini ve duygusal derinliğini özlemlerini ve hasretin ne denli derin ve anlamlı olduğunu anlatan dörtlükle bitirmek istedim…

Zarifoğlu boşuna dememiştir:
“İlle gerek mi özlediğimi söylemek
ya da sevdiğimi seni
Hem gelecek günlere bıraktım seninle olmayı
seninle ölmeyi bir güzel
seninle”