Kasabanın kırmızı boyalı kitapçısının önünde durduğunda, elinde sadece bir çiçek vardı. Küçük, mütevazı bir şey… Sapsarı, taptaze bir papatya. Alnının tam ortasında zonklayan düşüncelerle içeri girdi. Kitap kokusu, ahşap raflara sinmiş eski hikâyelerle karışmıştı.
Gönül, kasabanın en güzel kızlarından biri değildi belki; ama gözlerinde insanı çeken bir sıcaklık vardı. Kitapçıda çalışıyordu, gelenleri zarifçe karşılıyor, kitapların tozunu alırken bir yandan da sayfalar arasında kayboluyordu. Onu her görüşünde içini tuhaf bir huzur kaplayan Doğan, bugün ona duygularını söylemeye kararlıydı. Ama nasıl? Kelli felli bir şiiri yoktu ki, alıp da alnının çatına vurabilsin. Sadece bir çiçek ve bir yürek getirebilmişti yanında.
"Merhaba, Gönül," dedi, sesi biraz titrek.
Gönül başını kaldırıp gülümsedi. "Merhaba, Doğan. Bugün ne alacaksın?"
Doğan avucundaki papatyayı gösterdi. "Bunu sana getirdim," dedi sakince. "Çünkü başka bir şeyim yok."
Gönül şaşırdı, ama gözleri ışıldadı. Elini uzatıp papatyayı aldı, ince sapını parmaklarının arasında nazikçe çevirdi. Sonra başını kaldırıp Doğan’ın gözlerinin içine baktı.
"Bir çiçek… Bir yürek işte," diye mırıldandı.
Doğan nefesini tuttu.
Gönül hafifçe gülümsedi. "Bu yeter," dedi usulca. "Çünkü neylersin… Bazen kelimeler yetmez."
Ve o an, Doğan anladı. Bazen büyük sözler, iddialı şiirler değil; bir çiçek ve bir yürek her şeyi anlatmaya yetermiş.