Gerçek, gözlerimizin önünde usulca can veriyor. Bunu yapanlar, klasik otorite figürleri değil; daha çok, çılgınca alkışlanan dijital vaizler, para ve popülariteyi gerçeğin önüne koyan tekno-mesihler, kitleleri kışkırtan popülist prensler. Post-truth çağındayız ve kelimenin tam anlamıyla gerçekle vedalaşıyoruz.
Bu çağın en büyük ikonları Donald Trump ve Elon Musk. Biri siyasi manipülasyonun, diğeri ise dijital gücün vücut bulmuş hali. Trump, propaganda makinelerini ateşleyerek milyonları yanlış bilgiyle yönlendirirken; Musk, özgürlük ve “vatandaş gazeteciliği” adı altında dezenformasyonu normalleştirdi. İkisi de, geleneksel medya ve akademiyi şeytanlaştırarak, kendi anlatılarını mutlak hakikat gibi pazarlıyor. Oysa her ikisinin söylemi de çıplak gerçeğe tekabül etmiyor; aksine, onu parçalara ayırıyor, biçimlendiriyor, yeniden yaratıyor ve bize servis ediyor.
Trump’ın bir önceki başkanlık sürecinde attığı her yalan tweet, gerçeklik duygumuzu biraz daha erozyona uğrattı. Seçim sonuçlarını tanımaması, "alternatif gerçekler" kavramını icat eden ekibi, Washington Post’un belgelerle kanıtladığı 30 binden fazla yanlış beyanı… Tüm bunlar, hakikati işlevsiz hale getiren, toplumları bölüp kutuplaştıran post-truth siyasetinin en net yansımaları. Trump, gerçeğin artık “gerekli” olmadığına inanan kitleler yarattı. Önemli olan doğruluk değil, duygusal tatmin ve algının kudretiydi.
Musk ise post-truth çağına teknoloji eliyle benzin döküyor. Twitter’ı (şimdi X) satın alarak bilgi ekosistemini kaosa sürükledi. Algoritmalar, dezenformasyonu ödüllendirdi, doğrulama sistemleri çürüdü, sahte haberlerin etkileşimleri katlandı. “Geleneksel medyanın yerine halk geçsin” diyen Musk, aslında halkı, anonim trollerin insafına terk etti. "Artık siz medyasınız!" dediğinde, olan, gerçeğin profesyonel gazetecilik yerine kontrolsüz bir kaosa bırakılmasıydı. Dijitalleşen post-truth dünyasında hakikatin, parayla satın alınabilen bir “etiket” haline gelmesi, trajik ama ironik bir sonuç.
Gerçek, Kimin Oyun Alanı?
Gerçek, bir müzakere meselesi artık. Hakikat, güç odaklarının elinde yoğruluyor. Onlar neyi "gerçek" olarak işaret ederse, kitleler ona inanıyor. Trump’ın “seçim çalındı” yalanı, milyonlarca insanı ayaklandırabiliyor. Musk’ın bir paylaşımı, hisse senetlerini fırlatabiliyor. İkisi de, gerçeği keyfi bir oyun hamuru gibi yoğuruyor. Peki, biz? Hakikatin bu kadar kolay eğilip büküldüğü bir çağda, sıradan insanların kendilerini manipülasyondan koruma şansı var mı?
Post-truth siyasi ya da dijital bir fenomen değil, neoliberal sistemin yarattığı derin bir toplumsal çürümenin sonucu. Gerçek, artık sadece sermayeye ve güce sahip olanların oyun alanı. Medya devleri, teknoloji baronları, popülist politikacılar, gerçeği çarpıtarak iktidarlarını sağlamlaştırıyorlar. Halkın elinde ise doğruluğa ulaşmanın enstrümanları neredeyse tamamen yok edilmiş durumda.
Peki, çıkış yolu var mı? Var elbette. Ama bu, gerçeğin yeniden tanımlanmasını değil, halkın onu yeniden sahiplenmesini gerektiriyor. Medya okuryazarlığı, bağımsız gazeteciliğin desteklenmesi, sosyal medya algoritmalarının şeffaflaştırılması, dezenformasyonun bir “ifade özgürlüğü” meselesi olmaktan çıkarılması… Bunlar, belki de gerçeğin hayatta kalması için son şanslarımız.
Gerçeği öldürenler, ona ağlayanlar değil; onu savunmayanlardır. Post-truth çağında hakikat bir savaş alanıdır ve bu savaşı kimlerin kazanacağı, yalnızca neye inandığımıza değil, neyi savunduğumuza da bağlıdır.