Yazımın başlığını, ünlü romancı Elçin Poyrazlar’ın aynı adı taşıyan romanından aldım. Romanda; roman
kahramanı Ülke Gazetesi Washington muhabiri Selin Uygar’ın, faili meçhul bir cinayeti çözmeye
çalışırken tanık olduğu Amerikan devleti içerisindeki gizli entrikalar, güç savaşları, iktidar uğruna kurulan
akıl almaz siyasi komplolar, ABD’nin Ortadoğu siyaseti ile silah ticareti arasındaki kirli ilişkileri ve bu kirli
ilişkileri ortaya çıkarmaya çalışırken tehdit ve tehlikelerle karşı kaşıya gelen kahraman gazetecinin
acımasızca ve canavarca öldürülüşü anlatılıyor. Her nedense her yıl, takvimler 24 Ocak’ı gösterdiğinde
evinin önünde korkunç bir suikaste uğrayan Türk Basınının özgün ve yeri doldurulamayan araştırmacı
gazetecisi Uğur Mumcu’yu ve daha lise sıralarında bir öğrenciyken yani, 70’li yıllarda okuduğum bu
romanı hatırlarım. Romanı okumuş olanlarımız belki anımsayacaklardır. Roman kahramanımız ile Uğur
Mumcu’nun yaşam öyküsü, mücadelesi ve trajik sonu ilginç bir biçimde birbiriyle benzeşmektedir. Ancak,
Selin Uygar hayali bir roman kahramanıdır. Uğur Mumcu’nun yaşamı ve mücadelesi ise gerçeğin ta
kendisidir. Tabii Uğur Mumcu, dünyada gazetecilik mesleğinin başladığı 17. Yüzyıldan ve Osmanlı
Devleti’nde Agah Efendi’nin ilk olarak 1860 yılında Tercüman-Ahval Gazetesini çıkartmasından bu yana
kahpece ve hunharca öldürülen ne ilk gazetecidir ne de son gazeteci olacaktır. Bizim ülkemizde
gazetecilik, ülkenin en iyi yetişmiş idealist aydınlarının, istibdat (baskı) yönetimine karşı özgürlük,
adalet, hak, hukuk ve çağdaş bir yaşam kurmak için verdikleri mücadeleyi halka mal etmek amacıyla
icra ettikleri bir meslek olarak doğmuştur. Doğal olarak bu çizgi, Ali Suavi’lerin, Basiretçi Ali’lerin, Namık
Kemal’lerin, Ethem Nejat’ların, 1918’de Minber Gazetesini çıkartan Mustafa Kemal’lerin, Hasan
Tahsin’lerin ve Yunus Nadi’lerin temsil ettiği ilerici bir çizgidir. Kısa bir zaman sonra bu ilerici çizgiye karşıt
olarak Padişah, Saltanat ve hilafet yanlısı, egemen güçlerden beslenen gerici bir çizgi de ortaya çıkmıştır.
Birinci Dünya Savaşından sonra bu gerici basın işgalci güçleri desteklemiştir. Bu nedenle, bu gerici basına
“mütareke basını” adı verilmiştir. İlerici basın ise, Mustafa Kemal’i, Kuvayı Milliye güçlerini ve tam
bağımsızlığı savunmuş; anti-emperyalist bir tavır sergilemiştir. İşte Uğur Mumcu, meslek yaşamı boyunca
her zaman bu ilerici basının en iyi ve en başarılı temsilcilerinden birisi olmuştur. Hatta o kadar ki,
sağlığında ve yeri geldiğinde kendisini sık sık “biz, kalpaksız Kuvayı Milliyeciyiz” şeklinde tanımlamıştır.
Aslında Uğur Mumcu, çok başarılı bir hukukçudur. 1969 yılında, Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi
İdare Hukuku Kürsüsünde döneminin en ünlü hukukçularından birisi olan Profesör Tahsin Bekir Balta'nın
asistanı olarak akademik yaşama adım atmış, burada hukuk yüksek lisansını bitirmiş ve hukuk doktorası
yapmaya başlamıştır. O yıllarda çok parlak ve başarılı bir hukukçu olan Uğur Mumcu, isteseydi Avukatlık
mesleğine başlayıp çok büyük paralar kazanıp çok zengin birisi olabilirdi. Ama O, bütün bu fırsatları elinin
tersiyle itmiş, akademik yaşamı, düşün insanı olmayı ve bir cumhuriyet devrimcisi olarak mücadele
etmeyi tercih etmiştir. Bu mücadelenin amaçlarını halka mal etmek şiarıyla çeşitli gazete ve dergilerde
yazılar yazmaya başlamıştır. Uğur Mumcu, sürekli ve düzenli olarak yazmaya ilk olarak 1965 yılında, o
yıllarda devrimci gençler arasında adı adeta efsaneleşen ve Türk basın ve düşün dünyasında adeta bir
yıldız gibi parlayan Kemalist-Toplumcu yazar Doğan Avcıoğlu’nun yönetimindeki Yön Dergisinde
başlamıştır. Burada yazdığı makalelerde Mustafa Kemal Atatürk'ün ilke ve devrimlerini, tam bağımsız bir
Türkiye'yi ve demokratik ve laik Cumhuriyeti savunmuştur. Daha sonra sırasıyla, yine ilerici ve devrimci
çizgide Kemalist ve Toplumcu bir yayın politikası izleyen Akşam ve Milliyet Gazetelerinde, Ankara
Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi, Kim, Türk Solu ve Yön Dergisi gibi dergilerde makale ve incelemeleri
yayımlanmaya başlamıştır. O güne kadar yazdığı yazılarla, özellikle Kemalistler, demokratik sosyalistler,
halkçı aydınlar ve ilerici nitelikteki toplum kesimleri arasında haklı bir üne kavuşmuştur. Tutarlı
çizgisinden asla sapmayan Uğur Mumcu, 4 Mart 1970 tarihinden itibaren 68 Kuşağı arasında adı bugün
bile bir efsane halinde yaşayan yine Doğan Avcıoğlu yönetimindeki “Devrim Dergisinde” yazmaya
başlamıştır. 12 Mart 1971’de cuntacı faşist generaller tarafından gerçekleştirilen 12 Mart Askeri
Darbesinden sonra tutuklanarak Mamak Cezaevine konulmuştur. Burada, dönemin tüm aydın bilim ve
düşün insanlarına, gazetecilerine, yazarlarına ve devrimci gençlerine yapıldığı gibi kötü muameleye ve
çeşitli insanlık dışı işkencelere tabi tutulmuştur. 7 yıl hapse mahkûm edilen Uğur Mumcu, hapisten
çıktıktan sonra, sakıncalı piyade olarak askere alınmıştır. Askerlikten sonra, burada yaşadıklarını mizahi
bir dille tiye alan “Sakıncalı Piyade” adlı eserini yazmış ve yayımlamıştır. Yayınlandığı 1977 yılında satış
rekorları kıran bu eser, daha sonra tiyatroya uyarlanmış ve tiyatroda da seyirci rekorları kırmıştır.
Askerlik dönüşü 1974 Yılında “Yeni Ortam Gazetesi’nde” günlük makaleler yazmaya başlayan Uğur
Mumcu, 1975 Yılında Cumhuriyet Gazetesi’ne geçmiş ve yaşama veda edeceği 24 Ocak 1993 Yılına
kadar bu gazetede yazmaya devam etmiştir. Bugün bile hala güncelliğini kaybetmeyen, belgesel
niteliğinde sayısız eserler vermiştir. Uğur Mumcu, Türkiye’de o güne kadar hiç bilinmeyen ve
denenmemiş olan Araştırmacı Gazetecilik türünün yaratıcısı, ilk uygulayıcısı ve en başarılı örneğidir.
Ölümünden sonra da kimlikli, kişilikli, yetenekli, yurtsever, kalemini satmayan, ölüm karşısında bile
onurlu duruşunu hiç bozmayan, hapislere atılan, işkenceler karşısında bile çizgisinden asla ödün
vermeyen pek çok gazeteci yetişmiştir. Bunlar arasında yolsuzluklarla mücadele eden ve çeşitli ödüllere
haklı olarak layık görülen gazeteciler de olmuştur. Ancak kanımca Türk basınında Uğur Mumcu’nun yeri
ve boşluğu bugün bile hala doldurulamamıştır. Demek ki, gerçek, yiğit ve kahraman gazeteciler böyle
ayakta ölüyorlarmış. Ama, ölümüyle birlikte halkın gönlünde taht kuruyorlar, anıtlaşıyorlar ve
ölümsüzleşiyorlarmış. Uğur Mumcu, tartışmasız bir Devrim Şehididir ve devrim şehitleri ise ölümsüzdür.
Aramızdan ayrıldıktan 32 yıl sonra bile eserleri, düşünceleri, önerileri ve öngörüleriyle aramızda hala
yaşamaya devam eden Uğur Mumcu’yu özlemle yad ediyor, aziz hatıraları, mücadelesi ve manevi huzuru
önünde saygıyla eğiliyorum.