İnsanoğlunun dünya gezegenindeki yolculuğunun başlangıcında ortaya çıkan ilk duyu aç kalma korkusuydu. İkincil olarak gelişen ölüm korkusunun ise aç kalma duyusundan yaklaşık 1.5 milyar sonra ortaya çıktığı tahmin edilmekte. Bireyin psikolojik dengesini (stabilitesini), büyük oranda bu iki korkuya (aç kalma ve ölüm korkusu) verdiği veya vermeye çalıştığı cevapların kişide oluşturacağı güvende olma duygusu belirler. Bu yazıda da ifade bulan ve gündelik yaşamda çoğu zaman birbiri yerine kullanılan duyu ve duygu kavramlarının izahlarını yapalım. Duyu; insanların ve hayvanların, dış dünyanın uyaranlarını görme, işitme, koklama, dokunma ve tat alma organları aracılığıyla algılama yeteneği, bu organların işlevine verilen isimdir. Duygu ise duyunun kalp ve ruh üzerinde bıraktığı etkidir. Evrimsel psikolojinin verileri ışığında, insanın dünya ve evrenle ilişkilenmesinde ortaya çıkış sırasına göre diğer duygulara da nüfuz eden, insanın sahip olduğu en önemli silahı zekasıyla birlikte dünya gezegenine en iyi uyum gösteren varlık olmasını sağlayan kök duygular ise şunlardır:

1-Merak Duygusu, 

2-Değerli bir şeyi biriktirme, elde tutma duygusu (karaborsa), 

3- Empati (duygudaşlık),

4-Utanma Duygusu, 

5- Adalet Duygusudur. 

İnsan doğasının bu bilgileri ışığında, insanlığın serüveninin bir nebze daha anlaşılır olacağı kanaatindeyim. Şimdi bu serüvenine kısaca değinelim:

Tarihsel süreç içerisinde türümüz, bireysellikten toplumsallığa doğru bir gelişme seyri içerisinde evrildi.

Bu seyir ise iki ana motivasyondan beslendi.

1-Aç kalma korkusunun giderilmesine dönük bireysel-toplumsal teşebbüsler

2-İnsanın mutlak adalet arayışı

Şimdi bu iki itici gücün neden olduğu toplumsal aşamalara bakalım:

1. Aşama Kölelik Öncesi Dönem (İlkel Toplum-Vahşet dönemi)

2. Aşama: İlkel Kölelik Dönemi (kölelik, kulluk, bendelik)

3. Aşama: Esirlik Devri- Feodal Toplum Dönemi

4. Aşama İşçilik Devri- Kapitalist Sistem

5. Aşama: Kapitalist Sistem Sonrası Dönem (Sahiplik ve Özgürlük)

1. Aşama Kölelik Öncesi Dönem (İlkel Toplum-Vahşet dönemi)

Bu dönem, insanlığın ilkel durumdaki ilk yaşama safhasını teşkil etmektedir. Her bireyin kendi başına yaşadığı, kolektif bir hareketin olmadığı ve kamu otoritesinin görülmediği bir evredir. Aile ve özel mülkiyet kavramları henüz gelişmemiştir. Toplum dağınık ve basit bir yapıdadır. Bu dönemin en önemli özelliği ilkel de olsa toplumun (klan veya kabilenin) menfaati için birey(ler) kolaylıkla feda ediliyordu. Bireysel hukukun yok denecek kadar önemsiz oluşu bu dönemin vahşet dönemi olarak tanımlanmasının ana nedenidir.

2. Aşama İlkel Kölelik Dönemi (kölelik, kulluk, bendelik) Bu dönemin en önemli özelliği; gelişen bir savaş sonrasında kazanan tarafın, kaybeden tarafın itaati sebebiyle hayatını bağışlamasına dayanır. Zayıf taraf hayatta kalmakta, güçlü taraf ise çok düşük bir maliyet karşılığında üretim gücünün artmasını sağlamaktadır. Bu dönemin simge figürleri savaş esiri kişilerdir. Bunların köle halindeki yaşayışları, bir noktada isyanların doğmasına sebep olmuştur. Böylece, bu devrin insanı insanca yaşam hakkını elde etmenin mücadelesine başlamıştır. Çünkü bir toplumda insanlara hukuken eşit muamele edilmesi, kardeşlik kavramlarının ekonomik adaletle tamamlanması gerekir. Bu dönemde artık üretim araçları kişisel mülkiyete konu olduğu gibi üretici sınıf olan kölelerde mülkiyetin konusu idi. Üretim güçleri başkalarının ürettiği değerlere el konmasını sağlayacak ölçüde gelişmişti. Ancak bunun için köle işçilerin ürettikleri değerleri tüketmemeleri gerekiyordu.  Ne yazık ki kölelik yüzyıllardır gösterilen tüm çaba ve uğraşlara rağmen hala tamamen kaldırılamamıştır. Yayınlanan son Küresel Çağdaş Kölelik Tahminlerine göre, 2021 yılında 50 milyon kişi çağdaş köle durumunda. Bu insanların 28 milyonu zorla çalıştırılıyor, 22 milyon ise zorla evlendirilmiştir.

3. Aşama Esirlik Devri - Feodal Toplum Dönemi:  Ekonomik üretim araçlarının ortak mülkiyetten çıkıp özel mülkiyet halini alması ile birlikte, insanlar arasında eşitlik (ekonomik adalet) düşüncesi iyice tahrip olmuş, üretim araçlarını elinde tutan mülkiyet sahipleri ile mülkiyetten yoksun olanlardan müteşekkil eşitsizlikçi bir toplumsal yapı (feodal toplum) ortaya çıkmıştır. Köle sayısının azalması ve emek verimliliğinin düşük olması nedeniyle üretim miktarının arttırılması için kölelere üretimden pay verilmesi düşünülmüş ve bu düşünce tarihte ilk kez Roma devletinde fiilen gerçekleştirilmiştir. Köleler, tasarruflarına bırakılan küçük toprak parçalarına karşılık olarak, ürettikleri ürünün önemli bir bölümünü toprak sahiplerine vermek zorundadırlar. Ürün/rant biçimindeki bu yükümlülüklerinin yanında karşılıksız olarak toprak sahibinin özel toprağında çalışmakla da (emek-rant) zorunlu tutulmuşlardır. 19. yüzyılın başlarına kadar insanlık, çoğunlukla bu ve benzeri yönetimlerle idare edildi. Bu nedenle feodal toplumda yaşayan insanlara “esir” ismi verilmiştir. Bu dönem kapalı aile ekonomisinin hüküm sürdüğü toprak ağalığı (feodalite) düzenidir.

Devam edeceğiz...