Tarihsel süreç içerisinde kadın egemen bir toplum yapılanması olmuş mudur?

Tarihsel süreç içerisinde Neolitik çağ (M.Ö 8000-5500) olarak bilinen dönemde kadın egemen bir toplumsal aşama yaşanmıştır. İnsanlık tarihinin çok önemli buluşlarının büyük bir kısmı bu dönemde gerçekleşmiştir. Tekerleğin bulunuşu, hayvanların evcilleştirilmesi (İlk evcilleşen hayvan köpektir.) yerleşik köy ve şehir yaşantısına geçiş, tarımın keşfi, çanak çömlek yapımı, ekmeğin yapılması, duvarlara resimlerin çizilmesi bu döneme ait gelişmelerdir. İnanç olgusu bu dönemde ortaya çıkıp; gelişmiştir.  İnsanlığın ‘merak duygusu’ bu dönemde önemli bir eşiğe kavuşmuştur. Çünkü inanç ( dinler) ‘merak duygumuzun’ eseridir. Bilim ise ‘şüphe duygumuzun’ tatmin arayışıdır. (Merak, dişil bir duygu olup; şüphe daha eril bir duygudur. Dikkat edilirse bilim son 350 senelik bir insanlığa rehberlik etme serüvenine sahiptir. Ve insanlığın genel olarak daha eril bir forma kavuştuğu dönemin eseridir. Dinler ise insanlığın dişil özelliklerinin daha hâkim olduğu binlerce yıllık bir geçmişe sahiptir. Yine dikkat edilirse kadınlar erkeklere nazaran daha samimi bir dindarlık anlayışına sahiptir. Nedeni de yukarda ifade ettiğim gibi merak duyguları daha baskındır.) Tarihsel veriler ışığında bu dönemin anaerkil bir karakter sergilediğini görüyoruz. Ana Tanrıça Kybele heykelcikleri bu döneme aittir. Yine insanlık tarihinin bu aşamasında savaşlar çok azdır. Üretim ve icatlar çok daha fazladır. Türümüzün tarihi gelişim serüveni içerisinde insanlığın ortak psişesinin (ruh) sahip olduğu dişil enerji oranı düşerken; eril enerji oranı sürekli bir artış göstermiştir. Eril enerjinin artışıysa, tartışma, rekabet, hırs ve savaşlar demektir. Bu yüzdende insanlığın son 3000 yılında, 5000 bin küsur savaş olmuştur. İnsanlığa tekrar barışı ve huzuru hâkim kılmak istiyorsak; insanlığın ortak psişesinde (ruhunda) dişil enerji miktarını ve oranını artırmamız gerekiyor. Bunun yoluysa insanlığın maneviyatçı bir çizgiye evrilmesidir. İnsanlık maddeye (eril zihin maddeye, dişil zihin manaya daha açıktır.) boğulmuş durumdadır ve yaşanan tüm felaketlerin ana sebebi bu durumdur.

Babalık olgusuna (Paternalist anlayışa: Baba figürü merkezli anlayış) nasıl geçilmiştir?

Kadın merkezli toplum düzeninde kadın, birçok erkekle birlikte oluyordu. Bu durumda doğan çocuğun babası genel olarak bilinmiyordu. Bu durumda da ‘Babalık’ kurumu da toplumsal önceliği olan bir olgu değildi. İnsanlığın tekâmül sürecinde ‘özel mülkiyet bilinci’ gelişince, erkeğin mirasını kendi çocuğuna devretme isteği baskın bir hal aldı. Hiçbir erkek kendisinden olduğuna emin olmadığı bir çocuğa mirasını devretmek isteme(z)di. Erkeğin bu duruma bulduğu çözüm yoluysa; evlendiği kadının bakire olmasıydı. Kadın bakire olunca, erkeğin ‘köklü ve çok eski bir geçmişe sahip kıskançlık duygusu’  evlilik ilişkisinin ilk aşaması için sakinleşiyordu.  ‘Kadının bekâreti’ konusu erkek için böylesi bir maziye sahiptir. Öte yandan kadın ancak anne olarak kadınlık hakikatini kendinde büyük oranda temsil eder. Anne olamamış kadınlar; kadınlık hakikati konusunda büyük kayıplar yaşamıştır. (Varoluşsal anlamda)  Kadının bilinç düzeyinin yüksek olması bu kaybı ancak bir düzeyde azaltır;  bütünüyle bunun önüne geçilemez. Çünkü varoluş zihinle idrak edilemez ancak deneyimlenerek bir farkındalık geliştirilir. Bu durum, kadının yaratılış donanımının ve misyonunun kutsallığına dayanıyor. O yüzden kadının ana misyonu anne olmaktır. Bunun için erkeğe ihtiyaç duyar o kadardır. Erkek ise kadını kendine ait kılma ihtiyacı hisseder. Erkeğin ihtiyacı süreklilik arz ederken; kadının erkeğe ihtiyacı bu anlamda kesikli bir periyot izler. Erkeğin baba ol(a)maması ona pek bir kayıp yaşatmaz.

Ataerkil toplum yapısına ne zaman ve nasıl bir geçiş yapılmıştır?

Ataerkil topluma keskin bir geçiş olarak tanımlanabilecek tarihi bir dönemeç olan ve modern anlamda ilk devletleşme örneği olarak kabul gören Sümer Devletinin(M.Ö 4000-2000) kuruluşu gösterilebilir. İlk harem, o devletin kurucusu tarafından meydana getirilmiştir. Kadının sistemli bir şekilde köleleşmesinin ilk hamlesi bu olmuştur. Kadın artık sahnede değil sahnenin gerisine itilmiştir. Fakat kadın, sahip olduğu donanımı gereği mücadele biçimini ve stratejisini değiştirmiştir. Perde arkasına itildiğini görünce, gücün sahibi erkekleri etkileyip; iktidar sahiplerini genel olarak belirlemeye çalışmıştır. Ve bunu da tarihsel süreç içerisinde büyük oranda başardığını görmekteyiz.

Günümüz erkekleri neden geç olgunlaşmakta?

Günümüz erkekleri,  zorluklara ve tehlikelere yeterince maruz kalmadıkları ve konfor içinde dünyaya gözlerini açtıkları için çok geç yaşlarda olgunlaşma süreçlerini yaşarlar. Aslında çoğu da olgunlaşmadan, yaşlanıp ölümü tadacak hikâyelere sahiptir.

Geçmişte yaşamış atalarımız bir böceğin, akrebin veya yılanın sokmasıyla veya vahşi bir hayvanın saldırısı sonucu ölebilirlerdi. Ya da yürürken bir çalının vücutlarından oluşturabileceği bir yaradan enfeksiyon kapıp; ölme olasılığına maruz kalabilirlerdi. (Daha Antibiyotik keşfedilmemişti.) Veyahut başka bir erkeğin şiddetine maruz kalıp ölme olasılıkları yüzde 10-12 oranındaydı. Bu yüzden de sürekli tetikte olup; yaşama karşı direngen bir misyona sahiplikleri vardı. Bu saydığım durumlarda erken yaşlarda olgunlaşmalarına sebep oluyordu. Günümüzdeyse en basitinden, bir erkeğin başka bir erkeğin şiddetinden ölme olasılığı on binde 3 oranına kadar düşmüştür. (Bu güzel bir gelişmedir.) Gelişen teknoloji, her tarafta mobeselerin olması ve sürekli gelişen ve yaşamın her alanına nüfuz eden devlet organizasyonları, güvenliğin artışına neden olmuştur. Bu durumda maalesef erkeklerin, erkekliklerini yaşama ve yansıtmalarına bir handikaba dönüşmüştür.

Yine neden olarak sayabileceğimiz erkekliğin kutsal hormonu olan ‘Testesteron  hormonu’(Erkeğin yaşamsal hormonudur. Eksik bir algıyla sadece karşı cinsle ilişkilenme hormonu olarak biliniyor.) tarihin en düşük düzeylerinde seyretmektedir. Saydığım bu nedenlerden dolayı erkeklik çok ciddi bir maskülen erozyon yaşamaktadır. Eskiden bir erkeğin olgunluğa erişimi 17-18 yaşları civarıyken günümüzde bu aralık 40-50 yaş bandına çekilmiştir.

Yakın zamanda yayınlanacak kitabım için son kontrollerimi yapacağım; kısa bir süreliğine yazılarıma ara vermek durumundayım.

  Hoşça kalın…