Bir kale düşünün, bir tarafında Akdeniz'in uçsuz bucaksız turkuaz sularına hakim olsun, bir tarafında da Akdeniz'e paralel olarak kale duvarı gibi yükselen Toroslar olsun. Seyrine doyum olmayan güzellikleri, bu kaleden de izleme imkanınız olsun. Başnalar Kalesi tam da bu saydığım güzelliklerin ortasında Akdeniz'den 700 metre yükseklikte, Mitralyöz Tepesine konumlandırılmış, küçük ölçekli şirin bir kaledir.

Tarihi Kilikia Bölgesi sınırlarında yer alan Mersin'de Hellenistik Dönem'den itibaren kara ve liman yerleşmelerinin kurulmasıyla birlikte, bölge dini ve sivil mimari yapılar bakımından oldukça zengin bir konuma erişmiştir. Bölgenin yolları, tarih boyunca ulaşımın ve ticaretin etkisiyle sürekli gelişim göstermiştir. Kilikia Bölgesi, binlerce yıl ticari etkinlikler ve kültürel etkileşimlerle, Anadolu ile Mezopotamya-Suriye arasında da bir köprü işlevi görmüştür.

Bölgenin dağlık bir yapıya sahip olması ve Toroslar gibi önemli sıradağlarla çevrili olmasıyla birlikte, bu yollar öyle her istenilen yere gelişigüzel yapılamamıştır. Ancak dağ geçitlerinin izin verdiği doğrultularda, yolların güzergahları oluşmuştur. Bölgede Ortaçağ boyunca Bizans Devleti, Ermeni Krallığı, Araplar, Memlûklar, Karamanoğulları ve Ramazanoğulları hüküm sürmüştür.

Mersin'e 13 km uzaklıkta çevreye hakim bir konumda yer alan kale, Akdeniz sahil kesimini, Tetrapyrigia ve Lycaonia'ya bağlayan yol üzerindedir. Bizans döneminde piskoposluk merkezi olan Zephyrion sınırlarındaki kalenin görüş alanları, kuzeyde Toroslar ile güneyde Akdeniz kıyısıdır. Kilikia bölgesindeki kaleler daha çok, yolların korunması amacıyla inşa edilmiş gözetleme kuleleri ve garnizonlar olarak karşımıza çıkar. Başnalar Kalesi'nin kuzeyde dağlık bölge ile güneyde Akdeniz kıyısını gözleyebilecek bir konumda olması da, ticaret yolu olarak kullanılan güzergahın korunmasını ve savunulmasını sağladığı düşüncesini güçlendirir.

Bölgedeki kale yapılarının tarihi Hellenistik döneme kadar uzanır. Roma ve Bizans dönemlerinde bu yapılar geliştirilerek zamanın ihtiyaçlarına göre şekillenmiştir. Başnalar Kalesi, poligonal moloz taştan yapılmış ve günümüze biraz yıpranmış, çepeçevre sur duvarları ve burçları ile ulaşmıştır. Kesintisiz duvarlarıyla yedigen bir planı olan kalenin üç kulesi vardır. Surlardaki kiriş yuvaları, kalenin iki katlı olduğunu ortaya koyar. Duvar örgü sisteminden ve süsleme özelliklerinin bulunmamasından dolayı kalenin, 12. yüzyılda Bizans döneminde yapıldığı düşünülür. Yapının doğu yönünde doğal kayadan oluşturulmuş merdivenler, sarnıçlar ve kaya mezarları da yer alır.

Günümüzde Başnalar Kalesi'nin blok taşları ve çevresi, Akdeniz bitki örtüsü olan makilerin, geçit vermez sık dokusuna teslim olmuştur. Biraz dikkatle bakıldığında blok taşların neredeyse tamamının üzerinde fosillerin yer aldığı görülür. Mercanlar, istiridyeler, midyeler ve daha bir çok deniz canlısına ait bu fosillerin, aslında Toroslar üzerindeki bir çok kalenin yapımında kullanılan blok taşların üzerinde de yer aldığı dikkatli gözlerden kaçmayacaktır. Arkeoloji ve paleontoloji bilim dallarının tutkunları için bulunmaz fırsatlar sunar Toroslar'daki bu yapılar.

Başnalar Kalesi gerek tarihi dönemlerde gerekse de yakın dönemde adından söz ettirmeyi başarmış bir kaledir. 16 Mart 1920 yılında Mersin'den yola çıkan Fransız kuvvetlerine karşı, Müfrezeler 1. Bölük Komutanı Mustafa Nail'in komutasındaki birlik, kalenin bulunduğu bölgeye gelir. Eli silah tutan köylüler av tüfekleriyle millî kuvvetlere yardıma koşarlar. Müfrezenin mevcudu 30 kişiyken yardıma koşanlarla birlikte 150 kişiye çıkar. Kurtuluş Savaşı tarihine 'Başnalar Savaşı' diye geçen ve Kuvayi Milliye'nin kesin zaferiyle sonuçlanan savaş, Mersin çevresinde Fransız birlikleriyle yapılan ilk karşılaşma olması bakımından da büyük önem taşır.

Sahip olduğumuz topraklarda bize çok farklı uygarlıklardan eserler kalmış. Biz bugün bu kalelerin üzerinde hangi milletler ve uygarlıklar geçti diye araştırmalar yapıp bir şeyleri anlama gayreti içerisinde olsak da aslında bu yapılar zamansız yapılardır. Anadolu'nun Ege kıyılarını ziyaret eden Homeros bir gün zeytin ağaçlarının altında dinlenir ve ağaç Homeros'un kulağına şöyle fısıldar: 'Herkese aidim ve kimseye ait değilim, siz gelmeden önce de buradaydım, siz gittikten sonra da burada olacağım.' Evet bugün Anadolu'nun sahibi biziz ve umarım sonraki yüzyıllarda da bizim torunlarımız, Homeros'un kulağına fısıldayan zeytin ağacının sözlerini kulaklarına küpe ederek, Anadolu'nun sahibi olmaya ve bu toprakların üzerindeki kültür varlıklarını korumaya devam ederler.

30/01/2023