Tarihin derinliklerinde kalmış, deyim yerindeyse toplumsal belleğin gizli bir köşesinde adeta unutulmaya yüz tutmuş olan bu ibret verici trajedi; genel olarak, bugünkü İspanya’da yüzyıllar boyunca hüküm sürmüş olan Endülüs Emevileri’nin tarihiyle özel olarak ilgilenen uzmanlar dışındaki kişiler tarafından pek fazlaca bilinen bir konu değildir. Bir bakıma böyle olması da son derece doğaldır. Çünkü, başından sonuna kadar bütünüyle tarihsel bir gerçeklik olarak yaşanmış olan bu ilginç olay, ilk anlatıldığında, dinleyenlerce sanki Bin Bir Gece Masallarından alınmış fantastik bir masal veya mitolojik bir söylence olarak algılanmaktadır. Oysa, insanlık tarihinin en dramatik facialarından ve trajedilerinden birisi olarak kabul edilen bu öz yaşam öyküsü, bütünüyle somut bir tarihsel gerçeklik olarak yaşanmıştır. Bu tarihsel gerçeklik aynı zamanda; çapsız, ufuksuz, öngörüsüz, vurdumduymaz, kendi çıkarları uğruna gözünü bile kırpmadan ülkesini satan, ihanet eden, halkının ve ülkesinin çıkarlarını düşünmeden keyfince hükmeden, sorumluluk duygusundan yoksun biçimde gününü gün eden, kendisinden ve ailesinden başka hiçbir şeyi ve hiç kimseyi düşünmeyen, sorumsuz yöneticilerin kaçınılmaz olarak başlarına gelecek olan acıklı akıbeti gösteren, içeriği ibret verici insanlık dersleriyle dolu somut olarak yaşanmış, trajedik bir örnek olaydır. Burada söz konusu edilen ibret verici örnek olayın baş kahramanı; halkına ve ülkesine ihanet edip, ülke topraklarını Katolik krallara parayla satan ve ordusunu onların yararına dağıtan XII. Ebu Abdullah Muhammed ya da Batı dillerindeki yaygın olarak bilinen adıyla Boabdil’dir. Boabdil, son Endülüs Emevi Sultanıdır. İspanya'da hüküm süren Müslüman Nasri Hanedanı tarafından yönetilen Granada Emirliği’nin XXII. ve son hükümdarıdır. Granada Emirliği’nin 2 Ocak 1492 tarihinde Hıristiyanların eline geçmesinden sonra hükümdarlığı son bulmuştur. Ve böylelikle de İspanya'daki Müslüman egemenliği sona ermiş ve Endülüs Emevi Devleti de bir daha asla dirilmemek üzere tarih sahnesinden silinmiştir. Tarihsel kayıtlara göre, Ebu Abdullah’ın ihanetinin sonuçları ve bedelleri çok ağır ve korkunç olmuştur. Sığındığı Tunus Sultanı onun gözlerine mil çektirip onu sokağa atmıştır. Bir zamanlar Granada’nın üç milyonluk Müslüman halkını yöneten ve El-Hamrâ Sarayı’nın cennet bahçelerinde sefa süren sultan, sokaklarda avuç açarken “Bir zamanlar Endülüs’ün sultanıydım, şu halime bakın” diye ağlayarak bir zamanlar sultanı olduğu sarayının önünde dilenmeye başlamıştır. Bugünkü İspanya’da hüküm süren son Endülüs Emevi Sultanı Ebu Abdullah, bir mimarlık ve sanat şaheseri olan ve bugün bile büyük bir hayranlıkla gezilip görülen El-Hamrâ Sarayında büyük bir aymazlık içerisinde gününü gün ederken; Aragon kralı II. Ferdinand ile Kastilya Kraliçesi İsabella, Katolik kilisesinin de kararı ile 1469 yılında evlenerek İspanyol birliğini sağlanmışlardır. Böylelikle siyasal ve askeri güçlerini birleştirmişler ve güçlü ordular kurmuşlardır. 1480’li yıllara kadar Beni Ahmer Devleti sultanları İspanyollara verdikleri vergiler karşılığında Hıristiyan saldırı ve işgallerini önleyebilmekteydiler. Son sultanların kendi aralarındaki taht kavgalarıyla merkezi devlet otoritesi zayıflamış, iç kargaşalıklar artmış ve bunun sonucunda Endülüs Emevi Devleti, ekonomik, siyasi ve askeri açılardan oldukça zayıflamıştır. Böyle bir kargaşa ve zayıflama ortamını fırsat bilen II. Ferdinand, Beni Ahmer devletine karşı mücadeleyi başlatmıştır. 1491 yılı sonunda Granada Emirliğini kuşatma altına almıştır. Granada Emiri Ebu Abdullah, “El-Hamrâ’nın Cennet-ül Arif bahçelerinden” ayrılmayı göze alamamış ve kuşatma altındaki Beyza şehrinin imdadına koşarak savaşmaktan çekinmiş ve korkmuştur. Fetihlerine devam eden Kraliçe İsabella ile II. Ferdinand ikilisine karşı savaşmak için kendisi silah kuşanarak savaş meydanlarına koşmaktan korkmuş ve bunun yerine de savaşmak için emirlik görevini kendisinden devraldığı amcasını savaş meydanlarına sürmüştür. Amcası, Granada’nın eski Emiri Ez Zağal ise, İspanyollarla önce iyi niyetle mücadele etmiştir. Ancak, bir süre sonra giriştiği savaşta başarılı olamayacağını anlayınca da kendi payına düşen toprakları Kral Ferdinand’a para karşılığında satarak Endülüs’ü terk etmiştir. Ve bu teslimiyet ve satışın hemen ardından da Tunus’a geçerek oraya yerleşmiştir. (Haftaya devam edecek)