Günümüzde iletişim, hayatımızın her alanında belirleyici bir rol üstleniyor. Ailede, iş yerinde, sokakta ya da sosyal medyada… Her yerde bir şeyler anlatıyor, bir şeyler dinliyoruz. Ancak ne kadar "gerçekten" dinliyoruz? Dahası, duyduklarımızı ne kadar anlıyoruz?
Dinlemek, sadece kulaklarımızla yapılan pasif bir eylem değildir. Karşımızdakini anlamaya çalışmak, onun duygu ve düşüncelerine empatiyle yaklaşmak da bu sürecin bir parçasıdır. Ne yazık ki, çoğu zaman bir yanıt vermek için dinliyoruz; anlamak için değil. Bu da toplumda iletişim kazalarına, önyargılara ve çatışmalara zemin hazırlıyor.
Siyasetten gündelik yaşama kadar pek çok alanda bunun izlerine rastlamak mümkün. Tartışmaların bir çözüme ulaşmamasının altında yatan temel nedenlerden biri de budur: Herkes konuşuyor ama kimse kimseyi duymuyor. Oysa ki sağlıklı bir toplumun temel taşlarından biri, karşılıklı anlayıştır. Bunun yolu da önce "etkili dinlemekten" geçer.
Dinlemek, bir nezaket göstergesi olduğu kadar, aynı zamanda bir sorumluluktur. Bir çocuğu, bir yaşlıyı, bir işçiyi ya da bir yöneticiyi dinlemek; farklı hayatlara dokunmanın ve onların gerçekliğine saygı duymanın ilk adımıdır. Bu yaklaşım, toplumsal kutuplaşmaların önüne geçmede de önemli bir araç olabilir.
Anlamak ise daha derin bir süreçtir. Dinlediklerimizi süzgeçten geçirerek, önyargılarımızdan arınarak değerlendirmemizi gerektirir. Çünkü anlamadan verilen her tepki, eksik ya da hatalı olabilir. İletişimdeki sorunlar da çoğu zaman burada başlar.
Eğer bir değişim istiyorsak, bu değişim belki de en basit ama en etkili yerden başlamalı: Karşımızdakini dinlemekten. Gerçekten, tüm kalbimizle dinlemekten. Çünkü ancak o zaman insanlar kendilerini değerli hisseder, çünkü ancak o zaman aramızda gerçek bir bağ kurabiliriz.
Unutmayalım, anlamak bir seçimdir. Ve bu seçim, dünyayı daha yaşanabilir bir yer haline getirebilir.