Geçit vermez dağların arasında, kuş uçmaz kervan geçmez bir yerde, beklemediğiniz bir anda karşınıza çıkan büyüleyici bir saraydır İshak Paşa Sarayı. Binbir Gece Masalları’ndan çıkmış da dağların arasına yerleşmiş bir masal mekanı gibidir. Böylesine güzel bir saraydan Ağrı Dağı’nı görememek bir hayal kırıklığı yaşatıyor insanda. Sarayın ve Ağrı Dağı’nın karla kaplı zirvesinin aynı karede yer alması, her ikisinin de güzelliğine güzellik katardı ama nedense bu önemli silüet, Çolak Abdi Paşa tarafından göz ardı edilmiş. Bu durum eski zamanlarda çok konuşulmuş olmalı ki hikayelere bile konu olmuş. Söylenceye göre Paşanın kızı bir çobana aşık olur ve gün boyu yemeden içmeden, Ağrı’nın eteklerinde koyunlarını otlatan çobana bakar dururmuş. Bu duruma çok sinirlenen Paşa, “Bana öyle bir saray yapın ki, hiçbir yerinden Ağrı Dağı görünmesin” demesi üzerine dağın görünmediği tek yer olan sarayın bugünkü yerine, saray yapılır.

            Doğu Anadolu’nun heybetli dağları arasında yükselen İshak Paşa Sarayı, anonim hikayelere konu olmakla kalmaz, Türk Edebiyatı’nın büyük ustası Yaşar Kemal’in “Ağrı Dağı Efsanesi” adlı romanında,birbirine kavuşamayan Gülbahar ve Ahmet’in destansı aşklarının geçtiği önemli mekanlardan biri olur.

1685 yılında Çolak Abdi Paşa tarafından yaptırılmaya başlanan saray, 1784 yılında İshak Paşa tarafından tamamlanır. 7 bin 600 metrekarelik bir alan üzerine kurulan sarayın, duvar yüksekliği 15 metreye kadar çıkar. Saray, iç içe iki avlunun çevresinde toplanmıştır. Dünyaca ünlü taş işçiliğine sahip sarayda, tek kubbeli bir cami, hamam, divan ve harem salonları, eğlence yerleri, mahkeme salonu, hizmet odaları, cezaevi, cephanelik ve fırın gibi bir sarayda olabilecek tüm bölümler yer almaktadır. 116 odası bulunan sarayın bütün odalarında ocak, dolap yerleri vb. görülmektedir. Sarayın görkemli  som çelik altın kaplama kapısı, 1917 Rus ihtilali’nde Moskova’ya taşınmış ve halen Moskova Müzesi’nde sergilenir.

Doğubayazıt’ın yedi  kilometre güneydoğusunda, üç tarafı sarp, dik bir tepenin üzerine kurulmuş olan saray, Osmanlı İmparatorluğu’nun Lâle Devri’ndeki son büyük anıt yapısıdır. Sanat tarihi açısından büyük öneme sahip sarayın duvarlarında, bitkisel ögelerin ağır bastığı taş bezemelere, hayranlık duymamak mümkün değildir doğrusu. Sarayın duvarları, Türk Hat Sanatı’nın sülüs yazı örneklerinden ayet ve beyitlerle süslenmiştir. İri bitki motifleri ve hayvan figürleri günümüze kadar oldukça sağlam bir şekilde ulaşmıştır.

Çevre ülkelere Osmanlı’nın gücünü ve ihtişamını göstermek amacıyla yapılan sarayda, Selçuklu mimarîsinin izlerini taşıyan, görkemli bir taç kapıdan girilir. Sarayın bir çok bölümünde ve taç kapısında, uzun ömrü temsil eden servi ağacı motifi gibi  değişik figürler dikkat çekicidir. Saray, Selçuklu sanatının karakteristik özelliklerini taşımakla birlikte, Batı etkisindeki Barok-Rokoko ve İran etkileriyle de yoğrularak farklı bir karakteri yansıtır.