Bir kıyıda elini uzatsan tutuverecekmişsin gibi duran Meis Adası, diğer kıyıda Çukurbağ Yarımadası ve yarımadanın anakaraya birleştiği noktada Kaş. Anakara ve ada arasında kalan masmavi Akdeniz. Bu ne güzel bir coğrafya, ne güzel bir beldedir. Bunca güzelliklerin içinde yaşayan insanların, bu huzur ikliminden etkilenmemesi düşünülemez elbette. Kaş'ın herhangi bir sokağında dolaşırken göreceğiniz insanlar sakin, dingin ve mutlu. Aslında, yerli olsun turist olsun Kaş'a adımını atan herkese bulaşan güzellikler bunlar. Zaman kavramının önemsizleştiği beldede, günün hangi saatinde olursanız olun sadece huzur duyarsınız. Hani taa 14. yüzyılda İbn-i Haldun demiş ya 'Coğrafya kaderdir' diye. Bu sözü, ne de anlamlı kılar Kaş coğrafyası. Büyük şehirlerde yaşayan insanların hep, güneyde ufak bir yere yerleşme hayalleri vardır ya, Kaş tam da bu hayallerin merkezinde yer alır kanımca.
Akşamüzeri ulaştığımız beldenin şirin sokaklarını hayranlıkla izlerken bir yandan da çadırımızı kuracağımız Likya parkına ulaştık. Kampçılığın en güzel anlarındandır sabah vakitleri. Uyanma vakti gelip çattığında, çadırınızın içinde daha miskince uzanmak istersiniz. Bu miskinlikten beni kurtaransa, çadırımın penceresinden gördüğüm Akdeniz'in maviliği ve Meis adasının büyüleyici manzarası oldu. Saatlerce izlenebilecek bir görüntüydü bu. Ama artık toparlanıp Kaş'ın sokaklarına karışma vakti gelmişti.
Kaş'ta da Likya Uygarlığı'nın izlerini heyecanla sürdüm. Antiphellos, Kaş'ın Likya dönemindeki isimlerinden biridir. Antiphellos, M.Ö. IV. yüzyılda Phellos'un küçük bir yerleşimi ve limanıyken, sedir ağacı ticareti ve süngercilik sayesinde Phellos'tan kopup zengin bir şehir haline gelmiş. Antik kentten günümüze ulaşan eserler, şehrin kuzeyindeki kaya mezarları ve çeşitli yerlerdeki Likya lahitleridir. Bu lahitlerin en önemlisi Uzun Çarşı caddesindeki Kral Mezarı'dır. M.Ö. IV. yüzyıla tarihlenen ve Kaş'ın sembolü olmayı başarmış mezar, kapağının her iki yanında pençelerinin üzerinde dayalı duran iki aslan başından dolayı ' Aslanlı Lahit' diye de anılır. Lahit yanındaki kadim arkadaşı çınar ağacının gölgesinde, ziyaretçilerine görsel bir şölen sunar. Üzerindeki sekiz satırlık Likya mezar kitabesiyle bugüne kadar gördüklerimin en uzun olanlarındandı Aslanlı Lahit. Bakmaya doyamadığım ve her açıdan resimlediğim lahitin bir içine girmediğim kaldı.
Kaş'ın önemli eserlerinden biri de Çukurbağ yarımadasının girişindeki antik tiyatrodur. M.Ö. 1. yüzyıla tarihlenen tiyatro, Likya'nın en iyi manzaralı tiyatrosudur. Anadolu'daki deniz cepheli tek tiyatro oluşu yapının en önemli özelliğidir. 4 bin kişilik seyirci kapasitesine sahip tiyatrodan, zamanında herhangi bir oyunu dikkatiniz dağılmadan izlemek mümkün olmuş mudur acaba? Düşünsenize tiyatroda otururken, karşınızda turkuaz renkli Akdeniz ve üzerindeki Meis adası direk görüş alanınızda yer alıyor. Hele tiyatronun saati bir de akşam gün batımına denk geldiyse tiyatro güme gitmiş demektir.
Kaş zengin tarihinin yanında, trekking, dağcılık ve rafting gibi çeşitli doğa sporlarıyla da rağbet görüyor. Ama hepsinden de önemlisi Kaş, sualtı zenginliğiyle, su altı dalış turizminin dünyadaki iddialı noktalarından biri. Bunun en önemli sebebi, tabii ki antik dönem ve yakın dönemdeki batıklardır.
Kaş'a veda ederken yönümüzü Batık Şehir Kekova'ya çevirdik. Bir bisikletçi için oldukça zorlu bir 35 km'den sonra Üçağız'a ulaştık. Kekova adası üzerindeki Batık Şehir'in bugünkü hali, depremler neticesinde suların yükselmesiyle oluşmuş. Kekova, Üçağız'dan kiralanan teknelerle gezilebilen, dalışın ve yüzmenin yasak olduğu bir yer. Tekneyle yapılan bir turda, batık şehirin denizaltında ve karada bulunan antik dönemden kalma eserlerini görmek mümkün oluyor.
Üçağız'daki Likya Lahitleri ve gözetleme kulesi gibi eserleri gördükten sonra 20 km'yi bulan keyifli bir bisiklet yolculuğunun sonunda artık, Noel Baba'nın kenti Demre'deydik. Bekle bizi Mira, bekle bizi Andriake, bekle bizi Saint Nikolaos…