(Geçen haftadan devam) Eğitimin dinselleştirilmesine ilişkin hemen baştan bir saptama yapmamız gerekirse; şunun altını kalın çizgilerle iyice çizmemiz gerekir ki, “bilimsel ve laik eğitimin olduğu yerde: Din Eğitimi, Din eğitiminin olduğu yerde ise: bilim eğitimi olmaz. Bunların mutlaka birbirinden ayrılması gerekir. Çünkü, bilim ve dinin araştırma yöntem ve teknikleri ve gerçeğe ulaşma yolları birbirinden çok farklıdır. Din, metafizik yöntemleri kullanır ve bazı durumlarda doğa yasalarına aykırı gerçekler olduğunu da kabul eder. Oysa bilim ise, gerçeklere ulaşma yöntemi olarak, deneylerle kanıtlanmış bilgiyi, ölçülebilir olmayı, bilimsel akla uygun biçimde mantık yürütmeyi kabul eder. Ve gerçekleri doğa yasalarıyla açıklar. Bu nedenlerle, bir eğitim kurumunda öğrencilere verilen bilgiler içerisinde din ve bilimin bir arada olması pek fazla bir işe yaramadığı gibi öğrencilerin kafalarında kavram kargaşası oluşmasına bile neden olabilir. Zaten ülkemizde, çağdaş, bilimsel, demokratik ve laik eğitimden uzaklaşıldıkça, eğitimdeki geriye gidiş ve çöküşün daha da hızlandığı olgusu, somut olarak gözle görülür hale gelmiştir. 2024 LGS sınavlarında ortalama doğru soru çözme oranları tarihinin en dip noktasına düşmüştür. Siyasal iktidarın en iddialı olduğu din eğitiminde bile öğrenciler, sorulan 6 sorudan ancak birini çözebilmişlerdir. 2024 Yılı üniversite sınav sonuçları da bu başarısızlığın ve eğitimdeki geriye gidişin bir diğer tescili ve göstergesi olmuştur. Doğru soru çözme oranları her branşta düşmüştür. YKS’de birkaç doğru soru çözen öğrenciler bile, iki yıllık ve dört yıllık okullara kayıt yaptırabilme olanağına kavuşmuştur. OECD Ülkelerinde eğitim kalitesini ölçen PISA sınavlarında Türkiye çoğu zaman sonuncu olmaktadır. Bütün bu olgular eğitimde çok ciddi bir kalite sorununun yaşandığını somut olarak ortaya koymaktadır. Dünyanın en iyi 500 üniversitesi arasında artık bir Türk üniversitesi kalmamıştır. AKP İktidarından önce 83. Sırada yer alan ODTÜ, 2024 yılında 830. Sıraya gerilemiştir. Öteki üniversitelerin sıralamaları daha da gerilere gitmiştir. Bu veriler karşısında çağdaş, etkin, verimli ve sağlıklı bir eğitimden söz edebilmek akılcı ve gerçekçi bir yaklaşım değildir. Bugün geldiğimiz noktada okullarımız açılıyor açılmasına ama okullarımızın dertleri de saymakla bitmiyor. Birincisi ve en önemlisi, devlet okullarının çok büyük bir çoğunluğu fiziki olarak eğitim-öğretime hazır hale getirilememiştir. Okulların çok büyük oranda fiziki olarak hazır hale getirilmesi görevi, eğitim yöneticilerine ve öğretmenlere bırakılmıştır. Devlet okullarında gerekli hijyen ve temizlik maddelerinin temini işi de öğrenci velilerinin yardım, destek ve himmetlerine bırakılmıştır. Sınıflardaki öğrenci sayılarında AB standartlarına bir türlü ulaşılamamıştır. Oysa sınıf mevcutları 20’ye düşürülse ortaya çıkabilecek öğretmen ihtiyacı atanamayan öğretmenlerden sağlanabilir, bu iyi yetişmiş öğretmenlere de istihdam olanağı ve ortamı yaratılabilirdi. Okulların sağlıklı ve nitelikli bir eğitim için yeterince hazır hale getirilmeden açılması; öğrenci, öğretmen ve velilerin bir kısmında tedirginliğe neden olmaktadır. İkinci olarak eğitim-öğretim çok pahalı hale gelmiştir. Bazı okullarımızda daha öğrencinin kaydı aşamasında velilerimizden bağış adı altında birtakım paralar toplanmaktadır. Yardımcı ders kitapları, ders araç ve gereçleri, kırtasiye malzemeleri ve öğrenci giysileri fiyatları ile öğrenci servis ücretleri de aşırı derecede pahalılaşmıştır. Öğrenci yurt ücretlerinin ve ev kiralarının yüksekliği, üniversitede öğrenci okutan aileleri bir hayli zorlamaktadır. 2023-2024 eğitim ve öğretim yılında 2 Milyon üniversite öğrencisi zorunlu masraflarını karşılayamaması nedeniyle okullarını bırakmak zorunda kalmıştır. Her düzedeki özel okul ücretleri ise en varsıl ailelerin bile bütçelerini zorlar hale gelmiştir. Ortaöğretimde örgün eğitim kurumlarında okuyan öğrenci sayıları hızla azalmakta ve uzaktan eğitim öğrenci sayıları ise hızla artmaktadır. Bu ve benzeri nedenlerle eğitimde çok ciddi bir kalite sorunu ortaya çıkmıştır. Zorunlu 8 yıllık ilköğretimden mezun olup ta okuma-yazma bilmeyen öğrenciler mevcuttur. Bu öğrencilerin %16,7’si dört işlem yapamamaktadır. İşte, sözün asıl bittiği yer burasıdır. Bu eğitim sistemi artık sürdürülebilir olmaktan çıkmıştır. Üniversite mezunu gençler arsında çok büyük bir işsizlik sorunu yaşandığı görülmektedir. Bu nedenle her yaştan gençler arsında kapağı bir biçimde Avrupa ülkelerine atma düşüncesi çok yaygın hale gelmiş ve adeta bir kurtuluş yolu olarak görülmeye başlanmıştır. Böyle bir eğitim sisteminden yetişmiş gençlerin, yapay zekâ, robotik, nano-teknoloji, yazılım ve uzay bilimleri alanlarında çok iyi yetişmiş, yüksek donanımlı öteki dünya ülkelerinin gençleriyle rekabet edebilmeleri için en küçük bir şansları dahi yoktur. Böyle bir eğitim sistemi, kimseye fayda sağlayamadığı gibi büyük bir kaynak israfına da neden olmaktadır. Artık eğitim sisteminde köklü ve kapsamlı, yapısal bir reformun yapılması ihtiyacı her geçen gün ve eğitim-öğretimin her aşamasında iyiden iyiye kendisini hissettirir hale gelmiştir. Yaşanan tüm bu olumsuzluk ve zorluklara rağmen 2024-2025 Eğitim-Öğretim Yılının tüm ulusumuza hayırlı ve uğurlu olmasını temenni ediyor, öğretmen ve öğrencilerimize sağlıklı, başarılı ve mutlu bir Eğitim-Öğretim dönemi diliyorum.
MEÜ. E. Öğr. Gör. Uzm. Celal TEZEL