Bodrum’un Yalı Çiftliği tarafından girişinde, Bodrum’un tanınmasında ve kimlik kazanmasında büyük katkılar sağlayan, eserlerini keyifle okuduğum Cevat Şakir Kabaağaçlı’nın, nam-ı diğer Halikarnas Balıkçısı’nın sözleriyle ve heykeliyle karşılaşmak beni çok mutlu etti. Bodrum’la bütünleşmiş Balıkçı’nın sonraki kuşaklar tarafından değerinin bilinmesi çok anlamlı. Peki Balıkçı’nın, Bodrum’un girişine hangi sözleri yazılmış derseniz, bunun yanıtını size hemen vereyim: “Yokuş başına geldiğinde Bodrum’u göreceksin. Sanma ki sen, geldiğin gibi gideceksin. Senden öncekiler de böyleydiler, akıllarını hep Bodrum’da bırakıp gittiler.”

Halikarnas Balıkçısı acaba sürgün cezasını çekmek için geldiği Bodrum’da günümüzdeki kadar bir beton yığını ile karşılaşsaydı, bu güzel sözleri yine de söyler miydi? Doğrusu Bodrum’u yeşil bir cennete çevirmek için insanüstü bir çaba sergileyen doğa dostu Halikarnas Balıkçısı günümüzde yaşasa, o zamanki motivasyonla hareket edemeyeceğini düşünüyorum. Çünkü Halikarnas Balıkçısı’nın yeşilin ve mavinin harmanlandığı Bodrum’undan günümüze - mavi her ne kadar kendisini korusa da -  betonların grisi kaldı. Ne yazık ki Halikarnas Balıkçısı’nın, çeşit çeşit ağaç ve çiçek tohumlarını ekip yeşerttiği bitkileri artık mumla arar olduk Bodrum’da. Her şeye rağmen Gökova Körfezi’nin kuzey ucundaki Bodrum, havasıyla ve deniziyle yine de cazibe merkezi olmaya devam ediyor.

Akşamüzeri bisikletimle girdiğim Bodrum’da Halikarnas Balıkçısı’nın sözleri ve heykeliyle karşılaşınca, bütün bu düşünceler istemsiz bir şekilde zihnimde sıralandı. Kendisi’nin Bodrum’u ilk gördüğü yokuşun başında ben de durup O’nun gördüğü cenneti görmek istedim ama bu tabii ki artık hiçbir zaman mümkün olamayacak. O’nun bıraktığı Bodrum’un yeşilini bugün, mumla arasınız bile bulamazsınız. 80’lerden bu yana belki de dünyanın, betonlaşma hızı en yüksek yerlerinden birisi Bodrum.

Bunca can sıkıcı bilgiler içerisinden, size hangi güzellikleri bulup aktaracağımı düşünmüş olabilirsiniz. Bazı yerler vardır, insanlar ne kadar kötülük yapsa da yine de var olan güzelliklerini ve kimliğini korumak noktasında ısrarcıdır. Bodrum da kanımca böyle bir yerdir. Bunca düzensiz ve aşırı büyümeye ve betonlaşmaya rağmen, turkuaz denizini ve Antik Dönemde Karia’nın başkenti olmasının avantajlarını günümüzde hala korumakta. Antik tiyatrosu, dünyanın yedi harikasından biri kabul edilen Mausolos’un anıt mezarı ve günümüzde sualtı arkeoloji müzesi olarak varlığını koruyan Bodrum Kalesi, Bodrum’un günümüzdeki sembol yerlerindendir.

Antik tiyatro, Antik Çağ’da M.Ö. 4. yüzyılda Satrap Mausolos’un döneminde inşa edilmiştir. Şehir merkezinin hemen kuzeyinde yar alan Bodrum Antik Tiyatrosu, Antik dünyanın ve Anadolu'nun en eski tiyatroları arasındadır. Antik Çağ’da oynanan oyunlardan hemen önce, Dionysos uğruna kurbanların kesildiği sunağın tiyatronun içerisinde yer alması ve bazı koltukların arasındaki gölgelik olarak kullanılmış olabilecek deliklerin varlığı bu tiyatronun en ilginç özelliklerindendir. Cavea adı verilen oturma sıralarında her koltuk arasında 40 cm’lik bir boşluk bırakılmıştır. 13.000 kişi kapasiteli tiyatroda, toplamda 55 oturma sırası yer alır. Tiyatro, antik dönemde olduğu gibi günümüzde de Bodrum'da gerçekleştirilen pek çok kültürel etkinliğin yapıldığı, önemli bir mekandır.  

Bodrum’u anlatıp da yapıldığı dönemin en muhteşem eserlerinden olan ve antik dünyanın yedi harikasından biri kabul edilen Mausolos’un Mozelesi’nden bahsetmezsem yazım  eksik kalır. Günümüzde sadece temel seviyesinde birkaç taşın kaldığı anıtsal mezar, Karya Satrapı Mausolos'un anısına, eşi ve kız kardeşi Artemisia tarafından yaptırılmıştır. Yunan, Mısır ve Likya tarzlarından etkilenerek yaptırılan mozole, adını Mausolos'tan almış ve günümüz dünyasında, anıtsal mezarlar için kullanılan "mozole" sözcüğünün de kaynağı olmuştur. Mausolos'un ölümünden sonra yapılan ve M.Ö. 353 yılında tamamlanan mozelede, Yunan mimarları Pytheos ve Satyros'un yanı sıra, Skopas, Leochares ve Bryaxis gibi heykeltıraşlar da görev almıştır. 45 metre yüksekliğindeki mozele, yapıldığı dönemde taban kaidesi, sütunlar, Mısır piramidlerini andıran piramidal çatı ve en üstte Yunan sanatından etkilenerek yapılan Mausolos ve Artemisia'nın dört atlı arabada tasvir edildiği bir heykel grubundan oluşur.

Mausolos’un eşi ve kız kardeşi Artemisia, Mausolos’un anısını yaşatmak için mozoleyi yaptırır. Artemisia'nın sevgisini ve sadakatini yansıtan  mozole, yaklaşık 16 yüzyıl boyunca ayakta kalmıştır. Ta ki  M.S. 13. yüzyılda meydana gelen şiddetli depreme kadar. Büyük ölçüde yıkılan Mozeleye son bir darbede, 15. yüzyılda gelir. Yapıdan ayakta kalan son taşlar, Bodrum Kalesi'nin yapımında kullanılır. Mozele’nin en üstündeki heykellerin akibeti de Mozole’nin taşlarının akibetinden farklı olmaz.  Charles Thomas Newton ve İngiltere Büyükelçisi Lord Stratford Canning, Bodrum Kalesi’ni ziyaret eder. 1846 yılında Kale duvarlarında görülen, Mozole’ye ait olduğu anlaşılan kabartmaları ve paha biçilmez heykelleri Osmanlı Padişahı Abdülmecit’ten aldığı izinle, İngiltere’ye British Museum’a götürülmesini sağlar. Bu muhteşem eserden bize kalansa - her zaman olduğu gibi – hüzündür ve günün birinde eserlerimizi tekrar ülkemizde görebilir miyiz diye ümitsizce sorduğumuz sorudur.     

           

Bodrum’dan yazacağım son önemli eser de tabii ki Bodrum Kalesi’dir. İki liman arasında kayalık bir alan üzerinde kurulan kale, önceleri bir  adayken daha sonra kente bağlanarak yarımadaya dönüşür. 1406-1523 yılları arasında St. Jean Şövalyeleri tarafından Aziz Peter Kalesi adıyla yapılmıştır. İç kalede Avrupa uluslarının şövalyelerinin yaptırdığı Fransız Kulesi, İtalyan Kulesi, Alman Kulesi, İspanyol Kulesi (Yılanlı Kule) ve İngiliz Kulesi adında kuleler bulunmaktadır. 7 kapı geçilerek ulaşılan iç kalenin her bir kapısının üzerinde haçlar, düz veya yatay bantlar, ejder ve aslan figürleri gibi çeşitli armalar bulunur. İç kalede 14 adet sarnıç, duvarlar arası su hendeği, asma köprü, kontrol kulesi, II. Mahmut tuğrası kalenin önemli yerlerindendir.

           

Kale, Cem Sultan’ın kardeşi II. Bayezid’e yaptığı başarısız darbe girişiminin ardından kaleye sığınması gibi bazı önemli olaylara da sahne olmuştur.  Kale, 1523 yılındaki kuşatmanın ardından Kos ve Rodos ile birlikte Osmanlı egemenliği altına girmiştir. Bunun sonucunda kaleye bir minare eklenmiş ve kaleni şapeli  “Süleymaniye Camii” ismiyle camiye dönüştürülmüştür. Birinci Dünya Savaşı'nda, Fransız savaş gemisinin açtığı ateşle kalenin minaresi yıkılmış ve kulelerin bazıları da zarar görmüştür.

19. yüzyıl sonunda hapishane olarak kullanılan kale, 1960’tan beri Sualtı Arkeoloji Müzesi olarak kullanılmaktadır. Müze koleksiyonlarında bulunan eserler Türk hamamı, Amphora sergilemesi, Doğu Roma Gemisi, Cam Salonu, Cam Batığı, Uluburun batığı, Sikke ve Mücevherat Salonu, Karyalı Prenses Salonu, İngiliz Kulesi, İşkence ve Katliam Odaları ve Alman Kulesi'nde sergilenmektedir. Osmanlı Dönemi’nde koruyamadığımız eserlerimize Cumhuriyet Dönemi’nde sahip çıkmayı başardık ve Sualtı Arkeoloji Müzesi’ne evrilen bu değerli yapı, 1995’te Avrupa'da Yılın Müzesi Yarışması'nda "Özel Övgü" ödülünü almayı da başardı. Son yıllarda müzelerimiz dünya standartları ölçülerine yaklaştı. Bu konularda ciddi çalışmalar yapılmakta. Umarım bu tarz ödülleri, hızla gelişen diğer müzelerimiz de almayı başarır.