Ülkede herhangi bir kurum veya kuruluş doğru şekilde işlemiyor/yönetilmiyor. Ne yazık ki AKP iktidarının ülkeyi sistematik bir şekilde getirdiği durum böyle. Yandaşlar ve iktidar fanatikleri hariç, hemen hemen herkes bu şekilde düşünüyor. Fakat bir istisna olarak Türkiye Voleybol Federasyonu ve kadın milli voleybol takımımız (Filenin Sultanları), oldukça başarılı ve kusursuza yakın bir şekilde ilerliyor. Belki de bu yüzdendir ki yıpratılmak için büyük çaba sarf ediliyor.

Önce sporcularımızın giyimleri üzerinden bir saldırı gördük süreçte. Voleybol branşındaki her takımda olduğu gibi giyilen şortlar, millilerimiz üzerine birçok çirkin saldırı yapılmasına sebep oldu. Sonrasında takımın önemli isimlerinden Ebrar Karakurt'a kişisel hayat tarzından dolayı saldıranlar oldu. Neredeyse ülkenin düşmanı ilan edildi. Sonrasında Hande linçlendi, şimdi ise İlkin Aydın... Ülkede iyi işleyen bir şey kalmış ve ona saldırılmayacağını mı düşündünüz? Sakın bu hataya düşmeyin, çünkü iyi olan her şeye düşman milyonlar barındırıyoruz içimizde. İktidar ve yandaşlarını konuşmaya gerek yok. Zaten yazılarımı takip edenler biliyordur ki bu kişilerin ülkeyi yağmalamaya ve yıkmaya gelmiş kişiler olduğunu defalarca söylemişimdir. Söylemeye de devam edeceğim. Bugün ise muhalif görünen, kaba tabirle ılık g...lü solculara değineceğim.

Bu kişiler iktidar karşıtı görünmelerine rağmen, sistemin çarklarının senkronize bir şekilde çalışması için ihtiyaç duyulan aparatlardır. Eleştiri yapar, fakat asla değişim istemez ve kaostan beslenirler. Bu yüzden her konu üzerinden çatışma ortamı yaratmak için uğraş verirler. Böcekli fırınların korkulu rüyası Uğur Dündar'ı bunların en popülerleri arasında gösterebiliriz. Buradan hareketle ve İlkin Aydın örneği üzerinden; gazeteciliği ve sanatçılığı onurları kadar olan aparatlardan bahsedeceğim.

Hepinizin bildiği üzere, birkaç gün önce Olimpiyat oyunları başladı. Paris'te düzenlenen olimpiyat oyunlarında, belki de en hevesle voleybol takımımızı takip edeceğiz. Takımda bazı sakat oyuncuların da olmasından dolayı, kadronun belirlenme süreci biraz uzadı ve normal kişi sayısından daha fazla sporcu Paris'e gitti. Hocamız Santarelli aralarında seçim yaptı ve Tuğba Şenoğlu İvegin kadro dışı bırakıldı. Hocanın kararına hepimiz saygı duymak zorundayız. İlla eleştirecek olursak, kararın son gün açıklanmış olması yanlıştı diyebiliriz. Tuğba için oldukça üzücü bir durum. Fakat Tuğba yerine başka bir sporcu için de aynı şekilde üzücü olacaktı. Olayın medyaya yansıması ise bu şekilde olmadı. Tuğba'nın hakkı yenilmiş ve İlkin Aydın torpille takıma alınmış gibi lanse edildi. Tuğba Paris'ten geri gönderilip yerine İlkin Aydın alındı şeklinde birçok haber yazıldı, çizildi. Oysa ki tüm bu sporcular aynı şekilde Paris'e götürülmüştü. Aralarından birinin kadro dışı kalacağı da hepsi tarafından biliniyordu. Kadro dışı kalacak kişi, oynadıkları pozisyondan dolayı Tuğba, İlkin ya da Meliha olacaktı. Hoca Tuğba'da karar kıldı. Yanlış olan kararın son gün açıklanmasıydı. Fakat kadro dışı kalacak kişi Meliha ya da İlkin de olsa durum böyle olacaktı. Oyuncu tercihleri konusunda hocayı eleştirmeyi çok doğru bulmuyorum. Çünkü Santarelli geldikten sonra milli takımımız dünyanın zirvesine oturdu. Yine de eleştiri yapanlara saygı duyuyorum. Çünkü eleştiri doğru yapılırsa fayda sağlar. Fakat yapılan şeyin eleştiri ile uzaktan yakından alakası yok. Ahlaksızca bir karalama ve linç girişimi yapıldı ve yapılmaya devam ediliyor. Suçlu İlkin Aydın'mış gibi birçok haber servis edildi/ediliyor. Torpilli olduğu, kadroda olmayı hak etmediği, Tuğba'nın hakkını yediği şeklinde onlarca haber/içerik üretildi. Yetmezmiş gibi hakkında binlerce çirkin söylem de ortaya atıldı. Bu da yetmedi, birkaç yıl önce yaptığı bir röportaj, bugün yapılmış gibi servis edildi.

 İlkin Aydın birkaç yıl önce verdiği bir röportajda, “Yanımdaki kişinin el ele tutuşup İstiklal Marşı okuyabileceğim bir sporcu olmasını isterim. Takımımda bir Kübalı değil, bir Türk vatandaşı görmek benim daha çok hoşuma gider.” şeklinde bir yorum yapmıştı. Kendisine sorulan bir soru üzerine kişisel fikrini söyledi. Burada dikkat edilmesi gereken şey şu ki bu röportaj yapıldığında Vargas henüz milli olmamıştı. Yani çıkan haberlerde olduğu gibi, takım arkadaşı için böyle bir yorum yapmadı. Statü gereği Vargas'ın vatandaş olduktan sonra iki yıl beklemesi gerekiyordu. Evet, İlkin Aydın röportajda Vargas'ı kastediyor ama Vargas henüz milli sporcumuz değil. Fakat haberler bu şekilde servis edildi. Her şey bu kadar güzelken, takım içinde huzursuzluk yarattığı söylendi. Daha acısı, ırkçı ve faşist olduğu söylemleri çıkmaya başladı. Kimler bu yangını körükledi peki? Solcu ve muhalif geçinen, gazeteciliği onuru kadar olan şahsiyetler. Mesela Can Dündar İlkin'i ırkçılıkla suçlayarak "Biz Melisa Vargas'ın takımıyız.", Şirin Payzın "Kıskançlık kötü bir şey.", Enver Aysever "Hiçbir sporcuya ırkçılık yakışmaz, takım arkadaşı için bu sözleri sarf etmek çok ayıp.", Bedri Baykam " Vargas'a bu ırkçılığı yapan bu kızın takımdan derhal çıkarılması gerek." şeklinde ifadeler kullandı. Bu kişiler tabii ki İlkin'in bu açıklamayı yıllar önce yaptığını biliyorlardı. Fakat bu tipler, kaostan beslenirler. O yüzden genç bir milli sporucuya yaptıkları aşağılık saldırıların onlar için rahatsız edici bir yanı yoktur.

Peki İlkin'in yaptığı ırkçılık mı? Tabii ki hayır. Tüm dünyada tartışılan bir konu ve ırkçılıkla uzaktan yakından alakası da yok. Misal Fransa milli futbol takımı bu konunun en net örneği olabilir. Tüm takım neredeyse Afrika'dan toplama oyuncularla kuruludur. Eski sömürge ülkelerinde yetişen iyi futbolcular Fransa vatandaşı yapılır, sonrasında ise milli takıma seçilir. Birçok ülkede durum böyledir ABD, İngiltere, Fransa, Hollanda... Birçok ülke, birçok farklı spor kategorisinde devşirme oyuncularla mücadele eder. Şimdi şöyle diyenleriniz olacaktır. Ee ne var bunda, bir kişi o ülkenin vatandaşı olduysa, sonradan olmasının bir önemi yoktur ve ülkedeki herkesle eşit haklara sahip olur. Evet, aslında hukuken veya sosyolojik olarak baktığımızda bu durum doğrudur. Fakat spor söz konusuyken, durum daha farklı bir hal alıyor. Çünkü sporcular tam da bu şekilde, çıkar amaçlı vatandaş yapılıyor. Peki bu sporun ruhuna aykırı değil midir? Adı üstünde, milli takımlar! Böyle olunca imkanı, gücü olan ülkeler; dünyanın her yerinden, alanında başarılı sporcuları kendi vatandaşı yapıp, daha fazla başarı elde ediyorlar. Bu da rekabet ederken bazı ülkeleri avantajlı bir pozisyona sokuyor. O zaman milli takımların ne mantığı kalıyor? Özetle burada tartışılan konu, bir ülkenin vatandaşı olmuş kişiye yapılan ırkçılık değil; sporun doğasının tüm dünyada güç, siyaset ve para endeksli gelişim göstermesidir. Peki bunu eleştiren kişiye ne hakla ırkçı diyebiliyoruz? Tüm dünyada tartışılan bir konu bu zaten. Fakat gazeteciliği ve sanatçılığı şerefi kadar olan zatlar, gencecik bir sporcumuza adice saldırabiliyorlar. Çünkü amaçları sadece kaos yaratmak. Spor ve sporcular umurlarında değil. Hatta işlerini o kadar güzel yapıyorlar ki bazen mağduru savunduklarını görüyoruz. Mesela Ebrar olayında destek veren tarafta görüyorduk aynı kişileri. Çünkü zaten saldıran bir grup vardı. Bunların amacı olayı gündemde tutmak ve toplumda ayrışma yaratmak. İşte bu gibi gazeteciliği ve sanatçılığı onuru kadar olanlar, ülkenin güzel işleyen her şeyine düşmandırlar ve ülkeyi yıkmaya ant içmiş iktidarın karşısında gibi gözükse de aslında en büyük yardımcılarıdır.

İçimizdeki bu ve benzeri çürümüş ve satılmış beyinleri temizlemedikçe, eleştirdiğimiz iktidar karşısında böyle muhaliflerle hareket ederiz. Bizim yerimize konuştuklarını düşündüğümüz için de birçok olay karşısında sessiz kalırız. Kalıyoruz da. Bekliyoruz ki Uğur Dündar ne demiş, Enver Aysever nasıl tepki göstermiş. Ah ki ne ah. Bizi bu kişiler mi temsil ediyor? Aranızda böyle düşüneniniz varsa, çoktan iktidarın istediği kıvama gelmişsiniz demektir. Okuduğunuz, dinlediğiniz, seyrettiğiniz kişilere iyice bir bakın derim. Acaba gerçekten bu ülkenin çıkarına mı hareket ediyorlar, yoksa kendi çıkarları için her güzel şeye savaş açacak kadar alçaklar mı?