Malumunuz tamamına yakını müslüman bir ülkede yaşıyoruz ve yanı sıra, laik Türkiye Cumhuriyeti devletimizin kanunlarına göre düzenlenen yaşam kurallarına uymakla sorumlu bireyleriz. Sosyal hayatımızda, gelenek görenek ve inançlarımızı ve manevi değerlerimizi de yaşatmaya devam ediyoruz dinsel hayat söz konusu olduğunda islamın hoşgörü dini olduğunu da her daim vurguluyoruz. Gelin görün ki kimi dinlerin ötekilerden daha hoşgörülü olduğu, hatta aynı dinin mensubu olup farklı mezhep ve tarikatlara üye insanlar dahi bu konuda fikir ayrılığına düşer. Aslında hoşgörmek, sanıldığının tersine dini inanışın değil, toplumca yaşamanın bir parçası olup, bu şekilde idrak edilmeli. Ancak bu düşünce yapısına sahip olduğumuzda fikir ayrılıklarına farklı bir pencereden bakmak mümkün olacaktır. Yaşadığımız ülkede, şehirde geçtiğimiz sokaklarda hep birbirine galip gelmeye çalışan, kendi fikrini, doğrusunu kabul ettirmeye çalışan amacına ulaşamayınca da sinir harbi yaşayan bir topluma dönüşmek üzere olduğumuzun farkında mıyız acaba?
Elbette her daim aynı düzey ve içerikte sabit kalması mümkün değildir hoşgörünün. Zaman içerisinde toplumsal dinamikler değiştikçe, toplumda yaşayan bireylere farklılaşacaktır tabi ki, fakat her koşulda bir arada yaşama sorumluluğu bulunan toplum, bazı temel değerlere sahip çıkıp yaşamalı ve yaşatmalıdır.
Tanımını yapacak olursak; başkalarının değer verip savunduğu görüş, duygu ve durumları bizim kabul ettiklerimiz ile çelişse dahi anlayış göstermek ve katlanmak olarak niteleyeceğimiz hoşgörüye en çok ihtiyaç duyduğumuz dönemlerden birinde olduğumuzu düşünüyorum. Aksi halde, trafikte avmlerde, toplu taşımada ufacık diyalogların kavgaya dönüştürecek bu denli agresif bir toplum yansımayası ile karşılaşmazdık.
Demem o ki; hoşgörü eskilerin bize hep anlattığı ama bizlerin ve yeni nesilin hiç anlamadığı bir kavram olarak kalmış görünüyor.