(GÜZELYURT GÖLETİ– YÜKSEK KİLİSE – DERİNKUYU YER ALTI ŞEHRİ –NEVŞEHİR ) 80 km

Kuş sesleriyle uyuduğum Manastır Vadisi'nde, şafak vakti yine cıvıl cıvıl kuş sesleriyle uyandım. Sabahın erken saatlerinde vadiden hüzünle ayrılıp Güzelyurt'a üç kilometre uzaklıktaki Güzelyurt Göleti'nin hakim noktasında yer alan Yüksek Kilise'ye ulaştık. Kilise'den, nefes kesecek güzellikteki manzarayı izlemek gerçekten tarifsiz bir keyifti. Bir kartal yuvasını andıran Yüksek Kilise'den Güzelyurt'u, göleti ve 3268 metre rakımlı Hasan Dağı'nın muhteşem görüntüsünü saatlerce izleseniz, bu seyre doyamazsınız.

Kızlar Manastırı olarak da bilinen kilise, dik kayalar üstünde, tabanı taşların oyulmasıyla yapılmış. Kilisenin bulunduğu bölgenin tarihi, M.Ö. 8000 yıllarına kadar dayanıyor. Günümüzdeki kilisenin yapımı ise 1894 yılına uzanıyor. Bu muhteşem görünümlü kilisenin duvarlarında maalesef bazı vandalların, nereli olduklarından tutun da kimi sevdiklerine kadar çeşitli bilgileri de öğrenerek ufkumuzu açtık. Ne zaman ki Anadolu'da, hangi medeniyetin, hangi kültürün veya hangi inancın ürünü olursa olsun bu tarihi yapıların 'Bize Ait' olduğunu anlayacağız, belki o zaman 'İnsan Olma Yolu'nda' bir adım ilerlemiş oluruz.

Kilise'den ayrılıp yönümüzü elli kilometre uzaklıktaki Derinkuyu'ya çevirdik. Gezimizde bazen ulaşamadığımız yerler de oluyor. Bunlardan birisi de rotamızın yarım saat uzağındaki krater gölü olan Narlıgöl. Gölün bulunduğu yerden yirmi-otuz dakikalık bir tırmanışla, gölün kalp görünümlü şekli gözlemleniyormuş. Maalesef bu güzelliği gezimizin yoğunluğundan es geçmek zorunda kaldık.

Gün ortasında Derinkuyu'daydık. Kültür Park'a ulaştığımızda, sadece ülkemizin değil Ortadoğu'nun da en yüksek heykellerinden biriyle karşılaşmanın şaşkınlığı içindeydim. Derinkuyulu heykeltıraşımız merhum Hakkı Atamulu'nun yaptığı 9 metre 15 santimetre uzunluğundaki mareşal üniformalı dev Atatürk heykeli, sanatçının parkta bulunan on beş yapıt ve heykelinden sadece bir tanesidir. Yapımı 1970'te tamamlanan bu heykel, hala Türkiye'nin en büyük Atatürk heykeli olma ünvanını taşımaya devam ediyor. Yolu, Derinkuyu'ya düşenler bu eseri mutlaka görmeliler.

Kapadokya'daki otuz altı adet yeraltı şehrinden en büyüğü olan Derinkuyu Yeraltı Şehri'ni gezmek, bu sıcak havalarda Derinkuyu'da yapılacak en iyi etkinlikti doğrusu. Serin serin gezdiğimiz yer altı şehri, binlerce kişinin barınma, yeme-içme, ibadet ve savunma ihtiyaçlarını karşılayacak şekilde tasarlanmış. Yeraltı şehrinde misyoner okulu, günah çıkarma yeri ve dünyanın en eski akıl hastanesi de mevcut. Roma İmparatorluğu'nun zulmünden kaçan ilk hristiyanlar buraya yerleşmişler. Birbirine bağlı odalardan oluşan bu şehirde, bazı odalar ancak bir insanın geçebileceği kadar dar tünellerle birbirine bağlanmış. Tünellerin giriş-çıkışlarında güvenlik nedeniyle tüneli kapatmak için kullanılan büyük taş silindirler dikkat çekici.

Yeraltı şehrinin hemen yanında yer alan Üzümlü Kilisesi (Aziz Theodoros Trion Kilisesi) atıl bir durumda, yakın bir gelecekte turizme kazandırılmayı bekliyor. 19.yy'a ait olan ve Selçuklu mimarisinden etkilenerek yapılan kilise, Ayastefanos Antlaşması gereği Osmanlılar tarafından savaş tazminatı karşılığı olarak Abdülmecid döneminde yapılmış. Kilisenin Yunanca kitabesinin bir bölümünde şu ifade dikkat çekici : '… Allah bu memleketi bütün tehlikelerden korusun. Amin. Sene 1858 Mayıs' Kilise ayrıca her yıl mayıs ayında Fener Rum Patriği'nin katıldığı bahar ayinine de ev sahipliği yapıyormuş.

Anadolu'nun, yer altı ve yer üstündeki şaşırtıcı eserlerle dolu bu küçük ilçesini, gezmeye doyamadan ayrıldık. Otuz kilometrelik mesafeyi Kaymaklı üzerinden aşarak Nevşehir'e ulaştık. Her ne kadar kamp yapmak büyük bir keyif olsa da vücudumuz artık kapsamlı bir dinlenmeye ihtiyaç duyuyordu. Bu sebepten gezimizin bu gecesini Nevşehir'deki uygulama otelinde geçirmeye karar verdik. Serin bir Nevşehir akşamında, şehrin ana caddesinde kısa bir yürüyüş yaparak gezimizin dördüncü gününü de tamamladık. Oteldeki odamın penceresinden Nevşehir'in eski tarihi dokusunu izlemek belki on- on beş sene önce mümkündü. Günümüzde ise, hızla betonlaşmış, çirkin bir görüntünün arasında sıkışmış tarihi dokuyu, üzüntüyle aramaktan başka yapacak bir şey yoktu.