Hayattaki birçok istek araçsal bir anlam ifade eder. Meslek edinmek isteriz, çünkü meslekler ile geçimimizi sağlayacağımızı düşünürüz. Çok paramız olsun isteriz, çünkü böylelikle istediğimiz şeyleri satın alabiliriz. Güzel ya da yakışıklı olmak isteriz, çünkü bu bize iyi bir eş, toplumsal prestij ya da şöhret getirebilir. Buna benzer örnekleri çoğaltabiliriz. İstediğimiz birçok şey için, neden sorusu sorulduğunda "çünkü" ile başlayan cümleler kurarız. Fakat aynı şey mutluluk için geçerli değildir. 'Mutlu olmayı neden isteriz?' diye sormanın bir mantığı da yoktur. Mutlu olmayı isteriz, çünkü mutlu olmayı isteriz. Böylelikle araçsal iyilikten çıkıp, amaç olan iyiye de ulaşmış oluruz.

Yaşadığımız hayatın rutini, gündelik sorunlar ve iş stresi gibi olumsuzluklar, tüm duygularımızı etkileyebiliyor. Bu olumsuzluklardan sıyrılabildiğimiz ölçüde huzurlu anlar yaşıyoruz. Dikkat ederseniz güneşli yaz günlerinde ve özellikle tatil beldelerinde, insanların birbirlerine karşı tahammül seviyeleri daha yüksektir. Çünkü sorumluluklarından, rutinden ve gündelik problemlerden uzaklaştıkça, sistemin çarkları tarafından sürekli ezilen bedenlerimiz gevşer ve duygularımız daha barışçıl bir hâl alır. Buradan da anlayabiliriz ki sorumluluklardan, zorunluluklardan ve stresten uzaklaşan insan pozitif duygulara daha fazla yaklaşır.

Farkına bile varamadığımız gizli varsayımlarımız olduğunu biliyor muydunuz? Ailemizden, akrabalarımızdan, yetistiğimiz çevreden ve geçirdiğimiz eğitim sürecinden kaynaklı birçok şey öğreniriz. Bunların bazıları doğru, bazıları ise yanlıştır. Sorgulama yeteneği zayıf bir toplum olduğumuz için de genel olarak doğru bilinen yanlışlarla büyürüz. Zihnimizin derinliklerine işlemiş ve adeta karakterimiz haline gelmiş 'doğru kabul edilenler' tüm hayatımızı etkiler. Bunları sorgulamak çoğu zaman zordur ve ciddi bir eğitim gerektirir. Bu sebeple çoğu insan sorgulamak yerine, kalabalıklar arasına karışmayı yeğler. Herhangi bir şeyin doğrusunu öğrenince; o şeyle ilgili eski tutum, alışkanlık ya da davranışlarımızı değiştirmek de kolay değildir maalesef. İnsanın nasıl davranması gerektiği hakkında doğru olanı bilmesi, o doğruya uygun davranabileceği anlamına gelmiyor ne yazık ki. Tam da bu nedenle, özde mutluluğu arayan ve sürekli sorgulayan bir yaşam sürme odağında olmalıyız. Aksi takdirde içimize işlemiş 'dogru kabul edilenler' tüm hayatımızı negatif anlamda etkilemeye devam edecektir. Mutluluk, kendimizi tanımak ve varoluş amacımızı aramaktan geçer. Eğer insan kim olduğunu anlamaya yönelik bir arayış içinde degilse; sahip olduklarının, tükettiklerinin, egolarının ve hırslarının gölgesinde kalmaya mahkumdur. Sonuç olarak, tükettikleriyle birlikte kendisi de tükenir!

Özetle diyebiliriz ki; insan yalnızca sahip olduğu şeylerden ibaret olursa, onları yitirdiğinde, kendi de yitecek ve kim olduğunu asla bilemeyecektir. Yaşamı bu şekil yanlış anlamanın sonucu olarak da ortaya moralsiz, yenik, acınası ve anlamsız bir hayat çıkacaktır. Aslında olması gereken, hayat boyu sürecek bir anlam arayışıdır. Amacı kendini tanımak olan insan, sahip olduğu şeyleri yitirmekten dolayı korku ve endişe duymaz. Olduğum gibiysem ve kişiliğim de sahip olduğum şeylerden ibaret değilse, doğal olarak kimsenin bunu benden alamayacağı gibi, kişiliğimin yıkılma tehlikesi de bulunmaz. Odak noktamızı ve davranışlarımızı yönlendiren güdüleri de ancak kendi içimizde buluruz. Bu sebeple 'dogru kabul edilenler'den sıyrılmalı ve sorgulayarak kendi içine yönelmeli insan. Kendini tanımayan/tanımaya çalışmayan insan, gölgeler içinde boşa geçmiş bir ömür yaşamaya mahkumdur!