Kanunlarla, yönetmeliklerle, kurallarla şekillenen beceri ve isteklerimiz acaba ne kadar kısıtlanıp, dizginleniyor? Bu soru üzerinden yola çıkarak, tarihten bir hikaye aktarmak isityorum sizlere.

İtalyan mühendis Giorgio Rosa; birçok icat girişimi başarısızlıkla sonuçlanmış, birçoğu da otoriteler tarafından onay almamış bir mühendistir. Kurallarla ve kanunlarla arası her zaman iyi olmayan Rosa, formalitelerden uzak bir şey yapma ve bir nevi sistemden kaçma üzerine açıklar aramaya başlar ve  İtalya karasuları dışında bir ada yapma projesini hayata geçirir. Böylelikle, Adriyatik Denizi'nde, 400 m2'lik bir platform üzerine bir ada inşa eder. Ada ilk başta çelik direkler üzerine, derme çatma bir platform olarak inşa edilir. Zamanla gençlerin ilgi odağı haline gelen ada, kendine has bir eğlence ve toplanma merkezi haline dönüşür. Sonrasında ise tüm kurallardan uzak, özgür bir yer olarak ünlenir ve ünü tüm dünyaya ulaşan bir yer haline gelir. Uluslararası karasularda olduğu için, herhangi bir ülkenin yasalarına da bağlı değildir. Tabii bu durum, sonrasında birçok problemi de beraberinde getirir.

Bayrağı ve resmi bir dili de (Esperanto) olan ada, Birleşmiş Milletler'e tanınma başvurusu yapılmasıyla birlikte; İtalyan hükümeti tarafından karşı faaliyetlerin başlamasına da neden olur. Bu olaylar üzerine Giorgio Rosa, İtalya ile olan problemlerin çözümü için Avrupa Konseyi'ne başvuruda bulunur ve hakemlik talep eder. Avrupa Konseyi, adanın Avrupa suları dışında olduğunu, bu yüzden İtalya ile Rose Adası Cumhuriyeti arasındaki anlaşmazlığı müzakere edemeyeceğini açıklar ve böylelikle esasen Rose Adası Cumhuriyeti'ni bağımsız bir devlet olarak da tanımış olur. Durumun ciddiyeti rahatsız edici bir hâl alınca, İtalya hükümeti alarma geçer. Ada 13 Şubat 1969'da, İtalyan donanması tarafından işgale uğrayıp havaya uçurulur. Bu olay sonrasında, benzer olayların bir daha yaşanmaması için; Birleşmiş Milletler tarafından, dünya genelinde karasularının 6 deniz milinden 12 deniz miline çıkarılması kararı alınır. Konuyu anlatan "Rose Adası'nın İnanılmaz Hikayesi" adlı filmi de seyretmenizi öneririm.

Çok kısa ömürlü olsa bile; bu ütopik ada devletinin ortaya çıkmış olması, büyük bir başarı hikayesidir. Tabii ki buradan çıkarılacak dersler de vardır. Gücü elinde bulunduranların kendilerine tehdit oluşturabilecek her girişimi, hukuğa uygun ve insancıl olsalar dahi, ortadan kaldırmak için her şeyi yapabileceklerini anlayabiliyoruz. Evet, dünyanın her yerinde sınırlar, bölgeler, ülkeler vardır. Hepsinin de çeşitli kuralları, kanunları vardır. Olmasın da demiyoruz zaten. Fakat kural koyucular tarafından, özgür olmak isteyen insana karşı bir savaş olduğu da gayet açıktır. Kendi çizdikleri sınırlar ve kuralların dışında, hiçbir adım atılsın istemezler. Bir kişi veya grup özgürlüğünü kazanınca, başkaları da kazanabilir diye korkarlar. Bahsedilen özgürlükten korkma sebepleri, kurdukları sömürü düzeninin sarsılma ihtimalinden kaynaklıdır. Bütün otoritelerin, devletlerin ortak korkusu budur!

Yukarıdaki hikayeden öğreneceğimiz en temel şey, azıcık özgürlüğün bile herkesi nasıl titrettiğidir. Buradan yola çıkarak, ülkemizdeki güncel olaylara da değinebiliriz. Güç ve iktidar sahiplerinin, koltuklarını ve kurdukları sömürü düzenini yitirmemek adına; eleştiren, karşı çıkan, başkaldıran herkesi nasıl düşman ilan ettiklerini daha iyi anlayabiliriz. Özgürlükleri veya özgürlük talep edenleri, kendi çıkarlarına ters düştüğü takdirde kısıtlamak ya da yok etmek için, nasıl her türlü kanunsuzluğu kendilerine hak gördüklerini de anlayabiliriz. Bu gibi durumlar karşısında yapılması gereken; her ne şartta olursa olsun boyun eğmemek, doğruları korkusuzca savunmaktan asla vazgeçmemek olacaktır.