Hukuğu baskı aygıtı olarak halkı ezmek için kullananlar, onu avucunda tutamadıkça yumruğunu sıkmaya mecbur kalır. Yumruğunu tüm gücüyle en çok sıktığı nokta, artık elini gevşetmek zorunda kaldığı noktaya en yakın zamandır. Bu sürece kendi istekleriyle gelmezler. Ezilenlerin ele avuca sığmama istekleri yüzünden gelirler. Diş macunu gibi sıkılanlar, bir süre sonra avuç içinden fışkırarak kayıp giderler. Bu döngünün hangi zaman zarfında son bulacağını da toplumun vicdan ve cesareti belirler. Geldiğimiz noktada görüyoruz ki artık sona yaklaşmış vaziyetteyiz.

Geçtiğimiz günlerde, İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu'nu diploma üzerinden ekarte etmeye çalıştılar. Hukuk dışı yollarla yapılan diploma iptali, halkta yeterince karşılık bulmadı. Bunun üzerine daha geniş çaplı bir hareket planının düğmesine basıldı. Yolsuzluk iddiaları üzerinden İmamoğlu'nun tutuklanması gerçekleştirildi. Gizli tanığın "duydum", "hissettim", "öyle olduğunu düşünüyorum" şeklindeki açıklamaları ile gerçekleştirilen tutuklamanın da somut bir delil bulunamadığı için, herhangi bir dayanağı olmadığını görüyoruz. Zaten aklı başında her insanın anlayacağı üzere, buradaki amaç en güçlü siyasi rakibi ekarte etmek. Bunu yapmak için de ne yazık ki hukuk bir kez daha ayaklar altına alındı. Benzer yolsuzluk suçlamaları Kadir Topbaş ve Melih Gökçek için ortaya konulduğunda, Danıştay'ın 'herhangi bir belgede başkanların imzası olmadığı için bu kişileri suçlayamazsınız' şeklinde açıklama yaptığını da hatırlatmakta fayda var. Bu kişiler üzerinde çok ciddi ve belgelere dayalı yolsuzluk iddiaları olduğunu hepimiz biliyoruz. Buna rağmen herhangi bir soruşturma yapıldığını görmedik. Fakat aynı durum Ekrem İmamoğlu için olduğunda görüyoruz ki suçlama yapılabiliyor. Ortada bir kanıt ya da belge olmasına ihtiyaç da duyulmuyor. Gizli tanığın 'duydum', 'bir şekilde haber aldım' şeklindeki ifadeleri tutuklama için yeterli olabiliyor.

İşin hukuka aykırılığı üzerine çok da konuşmaya gerek yok. Bırakın muhalifleri, Akp seçmeninin bile bu tutuklamanın hukuksuz olduğunu bildiğinden eminim. Yine de kendi adıma söyleyebilirim ki bu hamle şaşırtıcı değil. Çünkü iktidara yakın anket şirketleri bile; Ekrem İmamoğlu'nun yapılacak Cumhurbaşkanlığı seçiminde aday olması halinde, açık ara farkla kazanacağını gösteriyordu. İktidarın elindeki gücü bırakıp gidemeyecek kadar pisliğin içine batmış olduğunu, bu sebeple de her türlü hukuksuzluğu yapabileceğini de biliyoruz. Buradan hareketle anlıyoruz ki en büyük rakip olarak görülen İmamoğlu için harekete geçilmiştir. "Bu olaylar Ekrem İmamoğlu'nu halkın gözünde daha da büyütmez mi?" diye sorabilirsiniz. Elbette büyütür, büyütecek de. İktidar bunun farkında değil sanmayın. Fakat başka çıkar yolları yok. Her şeyi denediler ama Ekrem İmamoğlu'na olan desteğinin büyümesini engelleyemediler. Bu sebeple de son çare olarak bu yola basvurdular. Amaçları en güçlü rakiplarini ekarte edip, sonrasında çıkacak/çıkan olayların seçim tarihine kadar unutulmasını ya da kanıksanmasını beklemek.

Gezi Eylemleri'nden dolayı biliyoruz ki bu tip sokak eylemleri, eğer yeterince örgütlü yapılamazsa, bir süre sonra etkisini yitirmeye başlar. Bu yüzden burada CHP'ye çok büyük bir görev düşüyor. Ülkenin en köklü partisi olması ve her ilde, ilçede örgütü bulunması itibariyle, sokaktaki kalabalıkları kendi başına bırakmamalıdır. Protestolar belirli bir düzen ve sistem içerisinde yapılmalıdır. Örneğin yapılan eylemler belirli bir saatte başlayıp, belirli bir saatte bitmelidir. Bu ileride oluşabilecek yılgınlığın ve yorgunluğun önüne geçer. Ayrıca her il ve ilçedeki protestolar örgütlenmeli ve tüm toplanma yerlerine partiye bağlı yöneticiler katılmalıdır. Çünkü siyasilerin olmadığı her yerde, polisin çok sert tepkisine şahit oluyoruz. Buna ek olarak göstericiler gecenin ilerleyen saatlerinde yalnız başlarına kalıyor ve yine çok sert müdahaleler ile karşılaşıyorlar. Bunun önüne geçmek için de eylemlerin partilerin desteği altında ve belirli saatler içerisinde yapılması, çok daha verimli sonuçlar alınmasını sağlayacaktır. Bir diğer tepki olarak boykotlar, çok ciddi bir şekilde örgütlenmeli ve halka duyurulmalıdır. İktidara yakın markalar, ekonomik olarak iktidara bağlı ya da muhtaç şirketler, kesin bir dille hedef gösterilmeli ve tamamı boykota dahil edilmelidir. Ayrıca göstericiler, polisin sıktığı gaz ve plastik mermilerden dolayı ciddi şekilde yaralanabiliyorlar. Bunun önüne geçmek için de her eylem yerine parti yöneticileri ile destek verilmeli; hatta göstericilere kask, baret, maske, eldiven gibi gereçler sağlanmalıdır. Bunun yanı sıra protestonun anayasal bir hak olduğu da sürekli olarak topluma anlatılmalıdır.

Son olarak iktidarın kafa yapısını özetleyen bir olayla da yazımı bitireyim. Bildiğiniz üzere mevcut operasyonla bağlantılı olarak Şişli Belediye Başkanlığı'na kayyum atandı. Atanan kayyumun yaptığı ilk iş ne oldu dersiniz? Bölgedeki Kent Lokantası'nı kapatmak. Evet, yanlış duymadınız. Öğrencilerin, yoksulların 50-100 liraya yemek yiyebildiği bir yeri kapatmak oldu ilk işleri. Bunların halka olan düşmanlıklarını daha iyi anlatan bir örnek olamazdı. Bu yüzden, bu zihniyete karşı direnmek haktır. Hatta her yurttaşın zorunlu görevidir. Hukuğun kişiye ve güce göre değişkenlik göstermesi ve iktidarın silahı haline gelmesi asla kabul edilemez/edilmemeli. Bu duruma sessiz kalanlar, bana dokunmayan yılan bin yaşasın diyenler; emin olun ki bu durumun sonuçları sizi de etkileyecektir. Adaletin her geçen gün daha fazla yozlaşması, bizi artık geri dönüşü olmayacak bir evreye getirdi. Söyle ki BM’ye kayıtlı 20 ülkenin nüfusu, Türkiye’de cezaevindeki insan nüfusundan az! Cezaevlerinde 2 tane cumhurbaşkanı adayı, seçilmiş bir milletvekili, siyasi parti genel başkanları, belediye başkanları ve gazeteciler var. Böyle bir ülkede bağımsız, tarafsız bir yargıdan ve adaletten bahsetmek mümkün mü?

Bu sebeple, meseleye iktidarın baktığı gibi 'İmamoğlu meselesi' olarak bakma gafletine sakın düşmeyin. Mesele ne CHP ne de İmamoğlu değildir. Mesele Türkiye Cumhuriyeti'nin ve içinde yaşayan herkesin huzuru, refahı ve geleceğidir. Bu süreçte atacağımız adımlar, ya bizim ya da iktidarın sonu olacaktır. Atı alan yine Üsküdar'ı geçerse, üzülerek söylüyorum ki sonrasında başka bir şansımız olmayabilir!