Kıskanmayı ve imrenmeyi kimi zaman bir birinin yerine kullanırız. Doğru mudur yaptığımız, buna bir göz atmak istedim.

Önce kıskanmayla başlayayım. Kıskanma TDK Sözlüğünde beş madde olarak yer alır:

Birincisi; sevgide veya kendisi ile ilişkili şeylerde bir başkasının ortaklığına, üstün durumda görünmesine dayanamamak.

İkincisi; herhangi bir bakımdan kendinden üstün gördüğü birinin bu üstünlüğünden acı duymak, günülemek, haset etmek.

Üçüncüsü; esirgemek, çok görmek.

Dördüncüsü; bir şeye en küçük saygısızlık gösterilmesine bile dayanamamak.

Beşincisi de mecazi anlamda olmak üzere yerinde olmayı istemek, imrenmektir.

Tanımlarda mecaz diye geçen maddesi hariç her biri olumsuzluğu davet eder. İnsanı rahatsız eder, mutsuz eder…

Bizi ele geçirdiği zamanlarda kıvrandıran, mutsuz eden, kendimizi kötü hissetmemize neden olan bir duygudur kıskanmak.

Kıskanmanın mecaz maddesi olan imrenmek ise TDK Sözlüğünde kendi yerinde iki madde halinde yer alır:

Birincisi; beğenilen, hoşlanılan bir şeyi edinme veya bir yiyeceği yeme isteğini duyma. İkincisi ise beğenilen bir kişi veya şeye benzemeyi istemek, gıpta etmek.

Görüldüğü gibi imrenmek olumlu şeyleri çağırıyor; mutluluğu, coşkuyu, sevinci…

Biraz daha yakından bakalım her iki duyguya.

İmrenme ve kıskanma benzer durumlarda yaşanan ama birbirinin tam zıddı duygulardır: Gece-gündüz, siyah-beyaz gibi. Kıskanmada da imrenmede de arzu edilen, istenen bir şey vardır. Sosyal konuma, elbiseye, paraya, kariyere yönelik bir istek vardır. O kişi istediğimiz bir şeyi yapmıştır, o kişi olmak istediğimiz bir konumdadır, o kişiyi giymek istediğimiz ama henüz giyemediğimiz bir elbiseyi giymiştir...

O kişi…

Beklentilerimizin sayısı kadar bunu uzatabiliriz.

Kıskanmaya başladığımızda o kişiye karşı olumsuz şeyler düşünmeye başlarız, o duruma gelmesini karalamak için gizliden veya açıktan uğraşlara gireriz, zor durumda kalması için çaba gösteririz; ilişkilerimiz bozulur, mutsuz oluruz.

Görüldüğü gibi duygunun hedefi sürekli karşıdaki kişidir. Tüm enerjimizi kıskandığımız kişiyi zor durumda bırakmaya harcarız. Bununla yetinmeyiz, aslında o durumu hak etmediğini kendimize ve çevremize kanıtlamaya çalışırız.

Enerjimiz, zamanımız olumsuzluğa, bir başkasını zor durumda bırakmaya harcanırken biz de bol bol mutsuzluk yaşar, sıkıntı çeker ve geriliriz. Kıskandığımız kişi çabalarımızla istediğimiz duruma gelse bile sıkıntımız bitmez, çünkü etrafımızda kıskanacağımız daha çok kişi vardır, çünkü mutsuzluk mutsuzluğu besler.

Bu böyle sürüp gider.

Biz mutsuz oluruz, çevremiz mutsuz olur, alınyazımızın mutsuzluk olduğuna inanarak yaşar gideriz.

Gelelim imrenmeye; imrenmeye başladığımız zaman o kişiye karşı tam tersi olumlu duygular duymaya başlarız.

Geldiği konum nedeniyle onu takdir ederiz. Onunla sıcak, samimi ilişkiler kurarız. O konuma nasıl geldiğini öğreniriz. Öğrendiklerimizi kullanarak o duruma gelmeye çalışırız. Onu rehberimiz olarak görürüz.

İmrendiğimiz kişi ile olan sıcak, samimi ilişkiler, imrenilen kişiden de destek gelmesini sağlar. İmrenen, imrendiği kişiye olumlu duygular beslerken onun gibi olmak için kendine yönelik çaba gösterir. Enerjisini ve zamanını kendini geliştirmeye harcar. Olumlu duygular içindedir, kendi mutludur, çevresi mutludur. Enerjisini ve zamanını kendine yönelik olumlu şekilde kullandığı için varır varmak istediği yere. İmrendiği gibi biri olur ve bir kez daha mutlu olur.

Kıskanan kişinin olduğu gibi imrenen kişinin de işi bitmez. İmreneceği başka kişiler bulur ve onların konumuna, durumuna ulaşmak için kendine yönelik olumlu çabalara olumlu duygular içinde devam eder. Sürekli iyiye, güzele doğru bir devinim içinde olur.

Aynı durumda kişi; kıskanma duygusuna izin verip bu duygu ile davrandığında hem kendine, hem de çevresine zarar veriyor, mutsuz, gergin ve yerinde sayan hatta gerileyen bir yaşam sürdürüyor.

Yine aynı durumda kişi; imrenme duygusuna izin verip bu duygu ile davrandığında hem kendini, hem de çevresini geliştiriyor, mutlu, coşkulu bir yaşam sürdürüyor.

Tabii ki yaşarken, bir birine bu kadar yakın ve bu kadar uzak iki duygu arasında salınmadan durmak yazıldığı kadar kolay değil. Yine de bu zorluğu, farkındalığı geliştirerek ve iyiye, güzele yönelik çabamızı yılmadan sürdürerek aşmamız mümkündür gibi geliyor bana.

Yazıyı toplumların imbikleri yaşanmışlıklardan damıtılan, özün özü haline getirilen ve çok az kelimeyle denmek istenileni ifade etme gücü kazandırılan bir meselle bitireyim:

'Öğretmeni öğrenciye; -'Neden arkadaşlarını kıskanıyor ve onların yaptıklarını bozuyorsun' diye sorunca, Çocuk;

-'En iyi ben olmalıyım, en başarılı ben görünmeliyim' diye cevap verir.

Bunun üzerine öğretmen tahtaya bir çizgi çizer ve;

-'Bu çizgiyi nasıl kısaltabilirsin' der. Kıskanç çocuk hemen atılıp bir kısmını siliverir. -'Olmadı' der öğretmen, 'silmek yok'.

Bu sefer çocuk eliyle bir kısmının üzerini kapatır. Öğretmen;

-'Yine olmadı, kapatmak yok' der.

-'Başka nasıl yaparsın' diye soran öğretmen, bakar ki cevap yok, daha uzun bir çizgi çizer diğerinin yanına ve;

'Bak öteki kısaldı' der.

Nedim İnce

Ayvalık / 16. 01. 2023