Kadim uygarlıklardan bu yana felsefenin, düşünce sistemlerinin, dinlerin en çok kafa yorduğu şey gerçek ve hakikattir.
Bu iki kavram değişik yaklaşımlarda farklı tanımlanabiliyor. Ben gerçek dediğimde benim dışımdaki olan bitenden bahsediyorum, hakikat dediğimde ise dışımda olan biteni duyu organlarımla, geliştirdiğimiz teknoloji ile algılamak ve yorumlamaktan söz ediyorum.
Ses bir gerçek, işitiyoruz, işitemediğimiz frekanslarda da teknoloji ile varlığını gösterebiliyoruz, işittiğimiz, tespit ettiğimiz sesi yorumlamaya, anlam çıkarmaya ve buna göre davranışlarımızı düzenlemeye başladığımızda hakikatten söz ediyoruz. Gerçek tek iken, hakikat birden fazladır. Gerçek üzerinde tereddüt neredeyse yok iken hakikat algılamaya, yoruma bağlı olduğu için kişiden kişiye, zamandan zamana, kültürden kültüre değişiklik gösterir; dinamiktir, akışkandır, değişkendir ve o nedenle tek hakikate ulaşmak mümkün değildir. O nedenle hakikat için gösterilen çabalar hakikat yolunda yürümekten başka bir şey değildir.
Felsefe ve inanç sistemleri bu kavramlara kafa yormaya, düşünmeye ve üzerine birçok eserler üretmeye devam ederken, toplum yöneten ve yönetilen diye ayrıştığı dönemlerden bu yana yönetenler gerçek ve hakikat bağlantısının farkına varıp, bunu gündelik hayatta kullanmaya başlamışlar.
Hakikatin akışkanlığından, değişkenliğinden faydalanıp, gerçekleri de eğip bükmeye, kendi çıkarlarına göre bir hakikatmiş gibi topluma göstermeye çalışmışlar. Burada oluşturduğu kafa karışıklığıyla tek gerçek yok diyerek yaptıklarına ikna edici gerekçeler bulma çabasında olmuşlar.
Bilim, fen bilimlerinde gerçekle ilgilenir ve onunla ilgili bildikleri arttıkça, gerçekler arasındaki bağlantıları öğrenip tekrar kullanabileceği bir bilgi haline getirdikçe ilerler ve gündelik hayatımıza yansıyan teknolojinin gelişmesinin alt yapısını oluşturur.
Bilim insan davranışları alanına girdiğinde aslında hakikat evrenine ayak basar. Orada da fen bilimlerinde edindiği deneyim ve geliştirdiği metotlarla insanı anlamaya, davranışlarının nedenini bulmaya, bunlardan yola çıkarak nasıl davranacağını yordamaya çalışır. Fen bilimlerindeki rahatlığı olmasa da buna ulaşmak için insanı, toplumu tasnif etmeye, etiketlemeye ve bir takım yöntemler geliştirerek ölçmeye, değerlendirmeye çalışır. Önemli bir yol alsa da ne yaparsa yapsın fen bilimlerindeki rahatlığa, berraklığa ulaşamaz; dedik ya hakikatler dünyasındadır artık.
Bilimin hakikatler dünyasında aldığı yol yönetenlerin daha da işine yarar oldu. Binlerce yıllık insanı, toplumu manipüle ederek yönetme deneyimleriyle, sosyal bilimlerin kazandırdığı imkanlar birleşince artık yönetici sınıflar, toplumları daha rahat ikna etme, kendi ve temsil ettikleri grupların çıkarları doğrultusunda daha rahat yönetme kabiliyetlerine kavuştular.
O kadar ki toplumun çıkarlarına ters olan yönetici sınıfının çıkarları, topluma rahatlıkla kendi çıkarlarına uygun diye sunulabiliyor ve bu konuda toplum ikna edilebiliyor, yönetici sınıfın yanında yer alması sağlanabiliyor.
Söylenti, toplum içinde kafa karıştırıcı işbirlikçiler, yazıdan sonra yazılı metinler, gazeteler, radyolar, televizyonlar ve günümüzde toplumun kapiller damarlarına kadar girmiş sosyal medya, yönetici sınıfların toplumu kendi beklentilerine göre şekillendirme, yönlendirme ve yönetmek için kullandığı araçlar olmuştur, olmaktadır.
Bu araçlarla gerçeklerden koparılmış ve kendi çıkarına göre yeniden yaratılmış hakikat yönetici sınıfının artık bir refleks haline getirdiği bir toplumu yönetme zemini olmuştur, olmaktadır, olmaya da devam edecektir ki yapay zekanın sağladığı imkanlar bunu çok daha kolaylaştıracaktır.
Yönetilenlerin gerçeğe ve ona bağlı hakikatine sahip çıkana, yöneticiye ihtiyacı olmadığını görüp kendi kendini yönetebildiği zamana kadar bu böyle devam edecektir.