Türkiye, dünyanın en verimli topraklarına sahip ülkelerden biri ama gel gör ki gıda güvenliği konusunda Avrupa’da zirvedeyiz. Tabii ki iyi bir anlamda değil! Avrupa’dan pestisit ve mikotoksin yüzünden geri çevrilen ürünlerimiz var. Bu ürünler ne oluyor, bilen yok. İmha mı ediliyor, iç piyasada mı satılıyor, başka ülkelere mi gönderiliyor? Bilmiyoruz. Bildiğimiz tek şey, bu işin halk sağlığı açısından büyük bir skandal olduğu.
Bu durumun sebebi belli aslında: Denetim yok, şeffaflık hiç yok. Avrupa’dan geri dönen ürünler bir şekilde iç piyasaya giriyorsa, bu demek oluyor ki tehlike sadece ihracatla sınırlı değil, sofralarımıza kadar geliyor. Türkiye’nin gıda güvenliği riskinde Avrupa’da birinci olması, plansız politikaların ve yıllardır süren ihmallerin doğrudan sonucu.
Bir de işin özelleştirme boyutu var. Şeker fabrikalarını özelleştirip yabancı şirketlere peşkeş çekmek, sadece ekonomik bir hata değil, halk sağlığını tehlikeye atan bir karar oldu. Bir zamanlar pancar şekeri üretiminde kendine yeten Türkiye, bugün nişasta bazlı şekere mahkûm. Üstelik daha ucuz ama daha zararlı bir modele geçiş yaptık. Nişasta bazlı şeker kotasını artıran kararlar, zenginleri daha zengin yaptı; halka da sağlık sorunları miras kaldı.
Bir de şu uluslararası gıda devleri meselesi var. Nestlé, PepsiCo, Unilever gibi devler, gelişmekte olan ülkelerde sağlıklı alternatifler yerine şeker, tuz ve yağ deposu gıdaları pompalıyor. Türkiye de bu hedefte. Ama burada suç sadece bu şirketlerin değil, hükümetlerin de katkısı büyük. Şirketlere bu kadar rahat hareket edebilecek alan açıldığı sürece, halk sağlığı hep ikinci planda kalacak.
Pestisit meselesi ise başlı başına bir facia. Avrupa’da yasak olan kimyasallar bizde hâlâ kullanılıyor. Adana, Antalya, Manisa gibi bölgelerde pestisit kullanımı zirvede. Bu durum sadece insan sağlığını değil, toprağımızı, suyumuzu da mahvediyor. Heinrich Böll Stiftung’un raporunda deniyor ki, bu pestisitler yüzünden milyonlarca çocuk büyük bir tehlike altında. Ama buna rağmen kimse bu sorunu çözmek için elini taşın altına koymuyor.
Bu sistemin bize bıraktığı miras şeffaf olmayan bir denetim mekanizması, geri dönen ürünlerin akıbetini bilmeyen bir halk ve her geçen gün sağlıklı gıdaya ulaşması daha da zorlaşan insanlar. Bugün işler o kadar kötü bir noktada ki, işlenmiş, sağlıksız gıdalar bile dar gelirli aileler için ulaşılmaz hale gelmiş durumda. Kısacası, zehirli gıda bile pahalı artık.
Gıda güvenliği bir ülkenin geleceği için en temel meselelerden biri. Ama şu anki gidişatımız hiç iyi değil. Bu krizden çıkmak istiyorsak, denetim mekanizmalarını işler hale getirmemiz, özelleştirmeleri tekrar masaya yatırmamız ve halk sağlığını kârın önüne koymamız gerekiyor. Sağlıklı gıdaya erişim bir lüks değil, bir hak. Ama bu hak her geçen gün elimizden alınıyor.
Soframıza gelen her lokma, bu sistemin izlerini taşıyor. Halk sağlığı, ekonomik çıkarların gölgesinde kaybolmamalı. Sağlıklı bir gelecek için bu düzeni sorgulamak, değiştirmek gerekiyor. Hepimizin sorumluluğu bu. Yarınlarımız için bu mücadeleye şimdi başlamalıyız