Bir toplumun kural koyucuları, kendi getirdikleri kurallara uymamaya başlarsa ne olur? Gelin bu soru üzerine biraz eğilelim. İlk olarak toplum, bu tür davranışlara karşı önce tepki gösterir diyebiliriz. Yapılacak en mantıklı şey budur çünkü. Aynı şekilde bu davranışların cezalandırılmasını da isterler haklı olarak. Peki kimse ceza almazsa ne olur? Bu davranışların cezalandırılmadığını gören insanların bir bölümü, bir süre sonra kurallara uymamaya başlar. Sonrasında ise bu durum giderek yaygınlaşır ve toplumun çoğunluğu kural dışı davranmaya yönelir. Çoğunluk kural dışına çıktığında ise; kural dışılık kural, kurallara uymak ise istisna haline gelir. İşte tam bu noktada toplumsal çürüme dediğimiz süreç başlar ve kural dışı davranışlar, sıradan ve normal hale gelir. Hal böyleyken, toplum olarak çürüme safhasına geçtiğimizi söylemek yanlış olmaz. Birkaç örnek ile devam edelim.

AKP Sakarya Milletvekili Ali İnci'nin kardeşi, 14 yaşındaki bir kız çocuğuna cinsel istismardan 26 yıl 6 ay hapis cezasına çarptırıldı. Ancak Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı, daha önce üç kez reddettiği karar düzeltme talebini, 4'üncü başvuruda kabul etti ve kararın bozulması için olağanüstü kanun yoluna başvurdu. Başsavcılık gerekçesinde, "çocuğun rızası var" dedi. Tek başına bu olay bile tüm ülkeyi ayağa kaldırmak için yeterli olacakken, üzerine konuşulmadı bile. Çünkü bu tip olayları artık normal kabul etmeye başladık. İşte çürüme budur! Bir başka örnekle devam edeyim.

Pınar Gültekin'i hatırlıyorsunuz değil mi? Hani canine katledilip, bir varil içinde yakılan Pınar Gültekin. Geçtiğimiz günlerde, Pınar Gültekin'in katili Cemal Metin Avcı’ya verilen ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası bozuldu. “Canavarca hisle öldürme” olmadığını söyleyen Yargıtay, cezada haksız tahrik indirimi yapılmasını istedi. Yani birisini canice katledip, varile koyup yakmak canavarca bir his değilmiş. Nedir acaba canavarca his, daha ne olması gerekiyor yani? Peki, verilen bu karar sonrasında ne oldu dersiniz? Hiçbir şey olmamış gibi hayatımıza devam ettik/ediyoruz. Nispeten duyarlı olan insanlar tepki gösterdi belki ama iki gün sonra da normal hayatımıza dönüş yaptık. Çünkü alıştık unutmaya! Unuttuk, unutuyoruz, unutacağız. Çünkü toplum olarak, baştan dibe kadar çürümüş vaziyetteyiz.

Bir ülkede iktidar sahipleri, yönetenler, yandaşlar kurallara riayet etmiyorsa ve adalet kişiye, güce, paraya göre şekilleniyorsa; o ülke artık yıkılış sürecine girmiş demektir. Bu süreçte çürüme ve yozlaşma, tepeden halka doğru bir kangren misali yayılır. Kanaat önderi olarak görülen ve seçilen yöneticilerin, adaletsizlikler karşısında sessiz kalışı ve hatta kendilerinin de birçok adaletsizlik içinde bulunuşu, bir süre sonra toplum tarafından içselleştirilir ve yadırganmaz.

Ülkemizde şu an yaşanılan durum, tam olarak bu. Hatta çürüme evresinden, kangren aşamasına geçiş yaptık da diyebiliriz. Kangren olan yeri kesip atamadığımız için de her an daha fazla yayılıp, daha ölümcül bir hal almasına sebebiyet veriyoruz. Teşhisi koymak için alim olmaya gerek yok, çözümü görmek için de. Cevap bulmakta zorlandığımız şey, ameliyatı nasıl yapacağımız olabilir en fazla. Bunun da cevabı zor değil aslında. Artık sen, ben demeden, çıkar gözetmeden birlik olmak ve hepimizin en büyük sorunu olan bu çürümüş yapıyı kesip atmaktır çözüm. Bunun için de kişisel ayrılık, farklılık, hırs ve çıkarlarımızı bir kenara bırakıp; tek bir hedefte bir araya gelmemiz gerekiyor. Kendimize şu soruyu sormalıyız: Başımızdaki bu yozlaşmış yöneticiler ve ucube sistemden memnun muyuz? Eğer değilsek, başka hiçbir şeye bakmadan yanyana gelmeliyiz/gelebilmeliyiz. Birbirimizle olan kavgamızı, çatışmalarımızı, husumetlerimizi, ve fikir ayrılıklarımızı da bir kenara bırakmalıyız. Aksi takdirde, zaten hiçbirin önemi kalmayacak. Çünkü elimizde ne bir ülke, ne de özgürce yaşayabileceğimiz bir yer kalacak. Özetle; kurtuluş yok tek başına, ya hep beraber, ya hiçbirimiz!