Arkeolojik öneme sahip eserleri gezip inceleyene kadar, çarpık yapılaşmanın sadece
günümüze ait bir hastalık olduğunu düşünenlerdendim. İşin kolayına kaçma, malzemeden
çalma gibi sebeplerle tarihi eserlerde de benzer durumlarla ilk karşılaştığımda çok şaşırmıştım
doğrusu. Mersin'in Erdemli ilçesi sınırlarındaki Yeniyurt Kalesi'nde tam da böyle bir örnekle
karşılaştım. Bir lahit mezarın üzerine örülen kale surlarında eski medeniyetlerin insanlarının
tembelliğine şahit olacağım hiç aklıma gelmezdi. Beş - on tane taş eksik kullanmak adına lahit
mezar, sur duvarlarının içine dahil edilmişti. Lahitin kapağını kırıp içinde altın arama
vandallığı da bize ait bir kusur maalesef. Kale surlarındaki çarpıklığı, hem günümüzün hem
de geçmiş yüzyıllarda yaşamış insanlar adeta el birliğiyle oluşturmuşlar. Çok yazık…
Tapureli ve Veyselli köyleri üzerinden ulaşılan Yeniyurt Kalesi'nde Hellenistik, Roma
ve Bizans dönemlerine ait yapı kalıntılarının hepsini bir arada görmek mümkün. Kalenin ne
kadar önemli bir yapı olduğu, üzerindeyken çok daha rahat anlaşılıyor. Batısından geçen
Lamas çayına hakim bir noktada bulunan kalenin, Akdeniz'i iç bölgelere bağlayan bir yolu
koruyan garnizon kalesi olduğu düşünülmekte.
Kalenin üzerindeki blok kayalardan oyulma, irili ufaklı çok sayıdaki sarnıç oldukça
dikkat çekici. Sarnıçların yapımında kaya öyle başarılı oyulmuş ki tepesindeki ağız kısmından
içene bakıldığında yuvarlak bir su haznesinin, biriken suları bugün bile koruduğuna şahit
olunuyor. Yine büyüklüğüyle dikkat çeken tapınak benzeri kalıntılar, kalenin üzerindeki
önemli yapılardan. Bu yapının bir yüzeyinin dinamitle tahrip edildiğine şahit olmak da hiç
istemediğimiz bir görüntü.
Yeniyurt Kalesi'nde gözlemlenen tüm bu olumsuzluklara rağmen kaleye gitmek için
yine de çok sebep var. Hala su tutma yeteneğini kaybetmemiş sarnıçları görmek, Lamas
çayının aktığı seyrine doyulmaz vadiyi, kartal yuvası kadar yükseklerden izlemek, surlara
sırtını dayayıp rüzgarın uğultusunu kulaklarınıza hapsetmek, hatta çarpık yapılaşma diye
nitelendirdiğimiz durumları görüp ders almaya çalışmak bu sebeplerden bazıları.
Bütünüyle bir açık hava müzesini andıran Türkiye'de, insanımızın kültür hazinelerine
verdiği zararlarla defalarca karşılaşıyorum. Bu duruma çaresizlik içinde elimden bir şey
gelmeden sadece isyan ediyorum. Bir köy kahvesi kadar bile ziyaretçisi olmayan ören
yerlerini insanımızla buluşturamamak ne acı. Aslında bu olumsuzlukları engellemenin birçok
yolu var ama tek tek şahıslar olarak buna gücümüz yetmiyor. En başta tüm Türkiye sathına
yayılan bir seferberlikle insanımızı bilinçlendirip eğitmemiz gerekiyor. Aksi halde geçmiş
kuşaklardan sorunsuzca günümüze ulaşan ve 1.derece sit alanı olarak tescil edilmiş bu
emanetleri gelecek kuşaklara taşımamız olanaksız hale gelecek.