Belediyeleri, halkın iradesini hiçe sayarak seçilmişler yerine atanmışlar eliyle ve çağdaş hiçbir hukukta yeri olmayan kayyumlarla tek adam rejiminin kontrol ettiği bir dönemden geçiyoruz..

Oysa iktidara geldiği ilk yıllar, statükoya karşı çıkan AB ile uyum sürecinin de etkisiyle Ankara’ da toplanan çoğu yetkiyi yerele devre hazırlanan AK Parti’ nin yerini bugün tüm gücü en küçük bir paylaşma gereği duymadan bünyesinde toplayan ve her gün kontrol sahasını biraz daha büyüten Erdoğan’ ın tek karar verici olduğu bir dar alana hapsolduk..

Arşivime göz atarken, AB’ ye tam üye olarak katılımın eşiğinde olduğumuz 2003 yılında kaleme aldığım makaleyi adını koyamadığım hüzün, üzüntü karmaşası ruh haliyle bir kez daha okudum…

Eylül 2003’ te o dönemin heyecan dolu düşüncelerini içeren makaleyi bir kez daha paylaşayım istedim…

Hani ‘nereden nereye’ diyor ya, Erdoğan…

Gerçekten nereden nereye savrulduğumuzu yansıtması bakımından fikir verecektir sanırım…

Yerel yönetimler yasası, kaygılar…

Ankara’daki muktedir statüko; YÖK, KIBRIS gibi kırmızı çizgilerle dokunulamaz saydıkları alanlarda sergiledikleri katı tavrı, Yerel Yönetim reform yasasında da takınmazlarsa, bir mucize gerçekleşecek.

Bir yandan kamu yönetim reformu, öte yandan mahalli idareler yasasıyla Ankara’da toplanan çoğu yetki, il özel idareleriyle belediyelere devredilecek.

İldeki kütüphanenin temizliğinden, kentin çevre sorunlarına kadar her şeyi kontrol altında tutan merkezi idare yenilgiyi kabul edip, çekilecek.

Öğretmen tayininden, köy hizmetlerinin asfalt önceliğine, hastane hemşiresinin görev alanından, kent içindeki trafik düzenlemesine kadar her şeyi yapmaya kalkan, sonunda çuvallayıp sorunların altında boğulan merkezi yönetim, makro politikalar belirleme dışındaki günlük işleri, asli sahiplerine devredecek.

Yetişmeye çalıştığımız gelişmiş ülkeler bu değişimi yıllar önce yaptılar.

Yüzyıl boyunca tartışılmaz tabu sayılan “Ulus devlet modelinde” kalkınmanın tüm insanlık için tek tip bir modeli, gelişmenin tek yol haritası olduğu sanılıyordu.

Oysa gelinen noktada bu varsayımın doğru olmadığı, bizim gibi ülkelerin düştüğü durumla somut biçimde ortaya çıktı.

Merkeziyetçi yönetim kalkınma ve gelişmeyi sağlayamadığı gibi, zengin, sağlıklı, mutlu toplumları da yaratamadı.

Ve yine aynı yönetim tarzı, gelişmekte olan -Türkiye gibi- ülkelerin geçişi tamamlayıp, gelişmiş konumuna sıçramalarını sağlayacak demokratik açılımı da sağlayamadı.

Aksine merkezi yönetimde kontrolü elinde tutan bürokrasi, halkın kendi kendini yönetme talebini engelleyerek çıkarlarını toplumun gelişimine tercih etti.

Birilerinin küçük çıkar hesapları büyük toplum dönüşümlerinin- transformasyonun- önüne set çekti.

Dünya 1960 lı yılların sonundan beri değişimi yaşıyor. Batı ülkeleri katılımcı demokrasi yolunda büyük mesafe kat ederken, Türkiye ne yazık ki sınıfta kaldı.

Yetki devrinde cimriliğin ana nedeni, Merkezi idarenin bazı işleri yerel yönetimlere devrederken, aslında “iktidarın da bir kısmını” vermesidir.

Bu ise “Güç bende” diye haykıran “He-Man” lerin, güç kaybına yol açıyor ki, birilerinin en güçlü silah sayılan iktidarı bırakmak işine gelmiyor.

Türkiye başlayan süreci istese de artık durduramaz. Hatta erteleyemez. Türkiye değişmek, Ankara yetkilerinin çoğunu, yerelde gerçek sahiplerine devretmek zorunda.

Yeni Dünya sistemi değişmeyi talep ediyorsa, bugünkü konjonktürde hiçbir ülkenin karşı durma şansı yoktur.

Küreselleşmeyle başlayan entegrasyon, ulusların kapılarını kapatarak dünyadan kendilerine izole etmelerini olanaksız kılıyor.

Direnmek doğumu daha sancılı kılmaktan başka işe yaramaz. Kamu yönetim reformu ve mahalli idareler yasası da statükonun direnme gücüne bağlı olarak geciktirilse de eninde sonunda hayata geçecektir.

İktidar gücü merkezden yerele geçerken, halkın ve bireylerden oluşan sivil kurumların duruşları, örgütlenme biçimleri, kaderlerine el koyma şanslarını nasıl kullanacakları soruları önem taşıyor.

Uzun zamandır temsili demokrasinin tükenmekte olduğunu, onun yerini katılımcılığın alacağını söylüyoruz. Bunu da yeni dönemin örgütlenme biçimlerini tartışmak amacıyla yapıyoruz.

Karşılamamız gereken çağın değerleri, alacağımız konumu belirleyecektir.

Yerel yönetimlerde söz sahibi olmanın en etkin yolu, kentlerin geleceğine yönelik projelerin kuluçka döneminden uygulanmasına kadar her aşamasında aktif rol almaktan geçiyor.