Son yirmi yıla bakacak olursak, ülkede modern bir kast sisteminin uygulamaya sokulduğunu söyleyebiliriz. Kuryelerden, kasiyerlerden, işçilerden, memurlardan, esnaftan hatta öğretmenlerden oluşan düşkünler sınıfı ile siyasetçilerden, bürokratlardan, müteahhitlerden ve yandaşlardan oluşan seçkinler sınıfı. Bu iki grup arasındaki uçurum da gün geçtikçe büyüyor.

Alınan eğitimin ve diplomanın hiçbir öneminin kalmadığı, liyakâtın önemsenmediği yeni bir Türkiye'ye geçiş yaptık. "Yeni Türkiye" kendilerinin kullandığı bir terim. Anlatırken "Yeni Türkiye" deniliyor ama uygulamalar bunun tam aksi niteliğinde! Ne yazık ki ince ince işlenerek gelindi bu günlere. Suyu yavaş yavaş ısıtılıp haşlanan kurbağa misali, çoğunlukla farkına bile varamadık ve artık öyle bir noktaya geldik ki hiçbir şeyi gizli ya da üstü kapalı yapma ihtiyaçları da kalmadı. Her şeyin kontrolünü, kendi ellerimizle bir kişiye ve çevresini saran güruha teslim ettik ve sonuçlarına katlanıyoruz. Katlanmaya da devam edeceğiz.

Modern kast sistemi dediğim bu yapıyı sizler için biraz açayım. Akp'nin ilk yıllarını ya da öncesini hatırlayanlar söylediklerimi daha iyi anlayacaktır. İktidar ve yandaşlarının "Eski Türkiye" diyerek kötülemeye çalıştığı zamanlarda (darbe dönemlerini ayrı tutmak gerek) bu derece bir ayrışma hiç yaşanmadı. Bahsettiğim ayrışma sadece ekonomik adaletsizlikler için geçerli değil. İnsanların birbirine uzaklaşması, yabancılaşması ve düşmanlaşmasından da bahsediyorum. Tarih kitaplarında sıkça karşılaştığımız "böl, parçala, yönet" taktiğinin, sanki bizi yönetenler tarafından uygulandığını hissettiğimiz bir dönemden geçiyoruz. Sağ-sol çatışması gibi bir bölünme değil şu an yaşadığımız. Daha çok ülkenin tamamını kapsayan bir ayrışma olarak adlandırabiliriz belki. Ne yazık ki kimsenin kimseye güveninin kalmadığı bir ortam yarattık. Ne komşuluk ilişkileri kaldı, ne de sokaklarda güvenle oynayabilen çocuklar. Gerçi çocukluklar bile çalındı, bırakın oynamayı!

Herkes için bu kadar negatif bir tablo söz konusu değil tabii! Bazı kişiler, gruplar, yandaşlar ve tarikatler bu yeni sistemle iyice palazlandı. Alınan eğitim ve donanımın önemi kalmadığı için;  her şey yandaşlara, yalakalara, çıkar ilişkisi içindekilere ve fırsatçılara kaldı. Bu çıkarcı, görgüsüz, cahil ve yobaz sürüsü o kadar zengin oldu ki kelimelerle anlatmak zor. Ülkenin kendini geliştirmiş ve donanımlı gençleri de yitip gitti/gidiyor. Yurtdışına kaçma imkanı olanlar çoktan gitti bile. Diğerleri ise burada, cahillerin ve kötülerin yönetimi altında mahsur kaldı. Çoğu kurye, kasiyer falan oldu. Bu meslekleri küçümsemiyorum, yanlış anlaşılmasın. Fakat öğretmen, doktor, mühendis olacak insanların mecburiyetten bu meslekleri yapması kabul edilemez. Kendi mesleğini yapmakta ısrar edenler de ne yazık ki özel sektörün dişlileri arasında öğütülüyor. KPSS'de 1. olan kişilerin bile ataması yapılmadı bu ülkede. Bu örnek bile, tek başına birçok şeyi özetler nitelikte. İktidar ve avanelerinin korkusu olmadığı gibi, artık utanmaları da kalmadı. O yüzden her şeyi gözümüze soka soka yapabiliyor, hak yemekten mideleri patlayacak hale gelmiş bu hırsızlar çetesi. Mesaj da gayet açık, çünkü kendi ağızlarıyla söylemişlerdi: "Taraf olmayan, bertaraf olur."

Geldiğimiz durumda, cam fanusun içindeki pirelerden farkımız yok. Nedir bu pire benzetmesi diyenler olacaktır elbette, anlatayım. Bir deneyde kullanılan pireler, cam bir fanusun içine yerleştirilir. Ardından fanusun zemini su ile ıslatılır. Islak zeminde zıplamaya başlayan pireler, fanusun tepesine çarparak düşerler. Bütün pireler aynı şekilde zıplar ve aynı şekilde tavana çarpma sonucu düşerler. Bir süre sonra fanus kaldırılır, ancak pireler zıplamaya devam eder. Fakat bir fark vardır. Daha önceden çok yükseğe zıplama kapasitesi olan pireler, cam fanustaki tecrübeleri nedeniyle, fanusun yüksekliğinden daha fazla zıplayamazlar. Özetle var olmayan bir engel, pirelerin daha yükseğe zıplamalarını kısıtlar. Daha yükseğe zıplayıp zıplayamayacaklarını artık denemezler bile. Bu durum insanlarda da gözlemlenir. Önceki tecrübelerinden dolayı öz güven eksikliği yaşamakta olan bireyler, kendilerine görünmez engeller koyar ve bu engeller, daha ileri gidip gidemeyeceklerini denemeleri konusunda onları alıkoyar. Kişiler de kendilerine koydukları bu görünmez engellere göre yaşamaya başlarlar.

Biz de tam olarak cam fanus içindeki pireler gibiyiz. Çünkü artık hiçbir şeye gücümüzün yetmeyeceğine inanıyoruz. Bu sebeple her şeye göz yumuyor ya da görmezden geliyoruz. Öyle bir hale geldik ki söylediğimiz sözlerden, yazdığımız şeylerden bile korkar olduk. Ne bir şeyleri değiştirebilecek gücümüz kaldı, ne de bir şeylerin değişebileceğine olan inancımız. Böyle olunca da karşımızdaki güruh, her geçen gün daha da büyüyüp palazlanırken;  biz ise her geçen gün, daha fazla sefalete sürükleniyoruz. Öğretmeni, doktoru, mühendisi bile geçim derdinde! Çünkü alınan eğitimin artık bir önemi yok. Taraf değilsen, aldığın eğitim gibi yaşamının değeri de yok. Sömürülmek için varsın!

Yine ihmaller, yine can kayıpları. Yazımı yazdığım saatler içinde, Bolu'da bulunan bir kayak merkezindeki otelde çıkan yangında, 66 vatandaş hayatını kaybetti. Ölenlere Allah'tan rahmet, yakınlarına sabır, yaralılara da acil şifalar diliyorum. Geçtiğimiz günlerde başka bir yerde daha yangın çıkmıştı, hatırlayalım. Los Angeles şehri, günlerce süren bir yangından sonra neredeyse tamamen kül oldu, ölü sayısı 27; bizde ise sadece bir otel yandı, ölü sayısı 66. Bu da yetmezmiş gibi, ölen insanları üzerinde kızarmış piliç reklamı olan bir tırın içine koydular. İnsan hayatının değeri olmadığı gibi, ölüye bile saygı yok "Yeni Türkiye'de". Otele gidersin yangın çıkar, ev alırsın depremde göçer, çalıştığın fabrikada patlama olur, sokakta yürürken elektrik çarpar, sapığın biri yolda bıçak saplar, içki alırsın sahte çıkar... Bu liste uzayıp gider! Peki bunca şey olurken, olmayan şey nedir? İnsan hayatının değeri! Suçlular ve sorumlular da ceza almaz üstelik! "Yepyeni Türkiye" ne de olsa!

Sonuç olarak görünmez engellerden o kadar korkuyoruz ki eskiden olduğumuz yerler ve yaşadığımız şeyler bile, artık hayal gibi geliyor bize. Pireler misali, eskisi gibi sıçrayamıyoruz artık. Belki pire benzetmesi yaptığım için bozulanlar olacaktır ama öncesinde sıçrama mesafenizi de bir hesaplayın derim. Ne tepki veriyoruz misal bunca yaşanan şeye? Sosyal medya hesaplarımızdan 1-2 paylaşım yapıp, birkaç gün sonra da unutmuyor muyuz her şeyi? Kızmayın sevgili pireler, sadece soruyorum. İnanıyor musunuz cam tavana çarpmayacağınıza!