"Hasta Adam" deyimini hepiniz duymuşsunuzdur. Osmanlı İmparatorluğu son döneminde, Avrupalılar tarafından "Hasta Adam" olarak anılıyordu. Osmanlı'nın yıkılma süreci çağın gerekliliklerini yerine getirememekle başladı ve yeni dünya düzenine adapte olamamaktan ötürü de çöküşle sonuçlandı. Neyse ki Mustafa Kemal Atatürk gibi bir lider çıktı ve yıkılan Osmanlı'nın yerine Türkiye Cumhuriyeti'ni kurarak, çağdaş bir medeniyet olma yolunda ilerleyebilmemiz için bizlere ışık oldu.

Kurtuluş Savaşı sonrası ülke yıkık ve perişan haldeydi. Her şeyi yeni baştan inşa etmek ve çağdaş bir medeniyet kurmak için, yeni ve radikal adımlar atmak gerekiyordu. Bu yüzden Mustafa Kemal Atatürk önderliğinde, sayısız yenilik ve inkılap gerçekleştirildi. Atatürk, ülkenin "Hasta Adam" imajından da oldukça rahatsızdı. Yeni bir devlet kurulmuş olsa da dünyanın çoğu bundan habersizdi. Tabii televizyon ve internet gibi kitle iletişim araçları da olmadığı için, herkes Osmanlı'nın hasta bir şekilde sürünerek varlığını devam ettirdiğini düşünüyordu. İmaj olarak da herkesin kafasında sarıklı ve deveye binen insanlar canlanıyordu. Mustafa Kemal Atatürk, kurulan çağdaş Cumhuriyet'i özellikle tanıtmak istiyordu. İnsanları getirip "bakın biz fes takmıyoruz, deveye binmiyoruz." denilemeyeceği için de biz gidip kendimizi anlatalım diyerek; özel olarak bakıma alınmış ve süslenmiş Karadeniz Vapuru ile bir yolculuk düzenleme kararı aldı. Yüzen bir sergi olacaktı bu vapur. Tam 86 gün sürecek bu yolculuk için; sanatçılar, gazeteciler, öğretmenler, milletvekilleri, tiyatrocular, müzisyenler ve denizcilerden oluşan 285 kişilik bir ekip kuruldu. Birçok ülkeye giden vapurda Kütahya çinileri, Türk lokumları, kumaşlar, halılar, tekel ürünleri, kehribar ve kıymetli taşlarla yapılmış süslemeler gibi pek çok ürün yer aldı. Ankara tiftik keçisi dahi gemiye yüklendi. Yapılan heykel, resim ve biblolarda aynı şekilde. Ürünlere ait bilgiler, birçok yabancı dilde etiketlerle sergilendi. Ünlü ressam İbrahim Çallı'ya yaptırılan Mustafa Kemal portresi de tabii ki vapurun baş köşesinde yerini aldı. Ayrıca İstiklâl Marşı'nın bestecisi Zeki Bey ve Cumhurbaşkanlığı orkestrası da gidilen yerlerde konser vermek içinde gemideydi. Vapur Barcelona, Le Havre, Londra, Amsterdam, Hamburg, Stockholm, Helsinki, Leningrad, Kopenhag, Anvers, Marsilya, Cenova, Napoli gibi şehirlere uğradı ve büyük bir ilgi ile karşılandı.

Doğu'dan gelen bu vapur içinde bulunan modern görünümlü Türk kadınları, takım elbiseli Türk erkekleri ve Cumhurbaşkanlığı orkestrası, herkesi şaşkınlık içerisinde bırakmıştı. Tanıtılan ürünler sayesinde de birçok ticari anlaşma yapıldı. Gidilen her ülkenin basınında, ertesi gün Karadeniz Vapuru'ndan bahsediliyordu. Totalde on binlerce kişinin ziyaretine uğrayan gemi, dünya basınında beklenmedik bir yankı uyandırdı. 86 gün süren bu gemi yolculuğu, Cumhuriyet tarihimizin ilk PR çalışması olarak anılıyor ve çağdaş ülkemizi tüm dünyaya tanıtmak için de oldukça önemli bir adım oluyor. Ayrıca bu yolculuk ihracat potansiyelinin yabancı ülkelerde tanıtılması ve ülkeler arasındaki sosyal, politik, kültürel ve turistik ilişkilerin gelişmesiyle çağdaş teknolojilerin tanınması gibi pek çok yeni işbirliği imkanının sağlanması noktasında da önemli katkılar sunuyor. Sonuç olarak üç aylık gezi; Ata’nın vizyonunu anlamış ve yüklendikleri misyonu özümsemiş kişi ve kurumlar sayesinde olağanüstü başarıya ulaşmıştır.

Cumhuriyet tarihimizin bu ilk PR çalışması üzerinden modern ve yeni bir devlet olarak tanıtımımızın nasıl ve ne şartlarda yapıldığını yazmak istedim. Günümüzde geldiğimiz nokta üzerinden bakarsak; çevre ülkelerden ne derece farklı olduğumuz aşikardır. Ortadoğu ülkelerine bir bakın ve ne halde olduklarını görün! Bu sebeple Cumhuriyet'e ve Mustafa Kemal'e ne kadar şükran duysak az. Fakat gelmiş olduğumuz noktadan bakınca, nahoş bir gidişatta olduğumuz da bir gerçek. Yapmış olduğumuz tercihler neticesinde, modern görünüşümüzü her geçen gün biraz daha yitiriyoruz. Kültürümüzden, yaşam şekillerimize; gelenek ve göreneklerimizden, toplumsal standartlarımıza kadar neredeyse her şeyde Ortadoğu ülkelerine benzemeye başladık. Ülke siyasetinin bizi getirdiği ve götürmekte olduğu rotaya bakarsak da burada duracak gibi değiliz. Maalesef bu şekilde devam edersek, ekonomimizin çöküşü hızında tüm alanlarda çökecek ve üçüncü dünya ülkeleri arasında yerimizi alacağız. Evet, belki deveye binmeyecegiz ama deve sidiğinin şifa olduğunu düşünen kafaların oluşturduğu yığınlar içinde yaşamaya mecbur kalacağız!