Sagalassos’un büyüleyici güzelliğinden kopmamız zor olsa da turumuzun planına sadık kalarak Isparta’ya döndük. Şehirde yaptığımız kısa bir gezintiden sonra 34 km uzaklıktaki Eğirdir’e ulaşmamız  zor olmadı. İlçenin Isparta tarafından girişinde sizi önce Eğirdir Dağ Komanda Okulu karşılıyor. Oldukça keyifli,  virajlı bir yolu inerken bir yandan da gölün mükemmel manzarasını izlemeyi de ihmal etmedim.

              Uzayıp giden mavinin yeşille buluşma noktasıdır Eğirdir Gölü. Denizden yüksekliği 916 metre olan gölün derinliği de 16 metre. Göl,  altından çıkan kaynak sularıyla her zaman temiz sulara sahip. Isparta’nın içme suyunu ve tarımsal alanların sulama ihtiyacını karşılamasından dolayı, bölgedeki diğer göller gibi maalesef Eğirdir Gölü de azalan sularıyla tehdit altında.

             Deniz berraklığındaki göl, ülkemizin dördüncü büyük gölü. Günün değişik zamanlarında farklı renkler alan,  gün batımında da seyrine doyum olmayan pastel renklere bürünen gölde hakim renk yeşildir. Gölün kıyısından birçok yerde denize girilebildiği gibi tekne turuyla da açıklarda yüzülebiliyor.

            Göl ne kadar büyüleyiciyse ilçe de bu güzelliklerin bir parçası. Selçuklu sultanları göl kenarındaki bu güzel beldeyi sayfiye yeri olarak kullanmışlar. Gölün hemen kıyısındaki ilçe yerleşimi, size bir sahil kasabasında olduğunuz hissini veriyor. Tarihi MÖ 2000’lere kadar uzanan ilçede, Hitit, Frig, Lidya, Pers, Seleukos, Roma, Bizans, Selçuklu ve Osmanlı hakimiyeti görülür. Eğirdir, Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşundan sonra da Osmanlı’daki ilçe statüsünü sürdürüyor.

             Eğirdir’in tarihi dokusu da yine gezilmeye değer. İlçenin merkezinde iç ve dış kale olarak tasarlanan Eğirdir Kalesi, M.Ö 4.yüzyılda yapılmış. Roma ve Bizans dönemlerinde onarım görmüş. Hızırbey Camii’yle birbirini tamamlayan Dündar Bey Medresesi de ilçenin tam ortasındaki konumuyla görülmeyi hak ediyor. 1302’de inşa edilen ve heybetli bir giriş kapısı olan medrese, günümüzde bir pasaj görünümüne sahip. İçindeki küçük antik dükkanlarıyla turistlerin ilgisini çekiyor. Yine yarımadanın içinde, 19.yüzyılda yapılmış, Hristiyanların Kudüs’e gitmeden önce gelip ziyaret ettiği Ayastefonos Kilisesi, keşfedilmeyi bekleyen eserler arasındadır.

            Başlangıçta ada olan Can Ada ve Yeşil Ada, bir yolla birleştirilerek yarımadaya dönüştürülmüş. Gölün içine doğru uzanan yarımadada, pansiyonlar, oteller, restoranlar ve kafeler mevcut. Yarımadadaki restoranlar, tatlı su levreğiyle ün kazanmış. Yarımadada yapacağınız aktivitelerin başında bisiklet turu geliyor. Yarımadanın hemen girişindeki kiralama yerlerinden rahatlıkla bir bisiklet temin edebilirsiniz.

            Eğirdir’in sokaklarını gezince,  yavaş hareketin bir parçası olarak bilinen Cittaslow yani “Sakin Şehir” ünvanını hak etmiş olmasına şaşırmıyorsunuz. Arkasını dağa, önünü göle yaslamış ilçenin huzurlu ortamından ilçe halkı da nasibini almış. Hiç acelesi olmayan insanların sakin, huzurlu ve kaygısız tavırları adeta yüzlerine yansımış.

             İnsana huzur veren, kendisine aşık eden bu sakin şehirde, yarımadanın yeşil ve maviyle buluştuğu bir parkında kampımızı kurarak geceyi geçirdik. Hayatımın ne hızlı bir koşuşturma içinde ve ne kadar gürültülü bir şekilde geçtiğinin farkına varmam için bu “Sessiz Şehir”e ulaşmam gerekiyordu belki de. Çadırımın içinde sadece rüzgarın ve gölün dalgalarının çıkardığı doğal seslerin eşliğinde, bütün bunları düşünerek dingin ve kaygısız bir uykuya daldım.