Geçmişi 8 bin yıl öncesine dayanan, nice kültürlere, medeniyetlere ve dinlere ev sahipliği yapmış kadim bir kenttir Tarsus. Birçoğumuzun, Adana-Mersin arasında, içinden zorunlu olarak geçilen bir kent gibi düşünüp gezmeye zaman ayırmama gafletine düştüğü kenttir Tarsus. En azından kendi adıma bu yanlışa defalarca düştüm. Bu eksikliği gidermenin zamanı çoktan geldi geçti diyerek Tarsus'un tarih kokan sokaklarına karıştım.

Aslında Tarsus'u tam manasıyla gezebilmek için en az iki gününüzü ayırmalısınız. Birinci gün kent merkezi, ikinci gün Eshab-ı Keyf, Taşkuyu Mağarası, Tarsus Şelalesi ve Sağlıklı köyü yakınlarındaki Roma Yolu gezilebilir.

Tarsus'un batıdan girişinde sizi Çanakkale Savaşı'nın kaderini değiştiren Nusret Mayın Gemisi karşılayacaktır. Gemi, bugün Çanakkale Zaferi Kültür Parkı'nda yer almakta. Parktan ayrıldıktan kısa bir mesafe sonra Kleopatra Kapısı'ndan geçme keyfini yaşayacaksınız. Bu kapı Marcus Antonius ve Kleopatra'nın görkemli buluşmasına tanıklık etmiş. Marcus Antonius aslında Kleopatra'yı çeşitli suçlamaların hesabını sormak üzere Tarsus'a çağırmış ama aralarında doğan aşk olayların akışını değiştirmiş. Bu aşk Tarsus'u ihya etmiştir. Kleopatra ve Antonius Tarsus'ta bir yıl kadar kaldılar ve kenti, imparatorluğun en seçkin beldesi haline getirdiler.

'Tarih, coğrafyayla insanın izdivacıdır' der Cemil Meriç. Kentin içinde attığınız her adımda bu izdivaca tanıklık ediyorsunuz. İç içe geçmiş bu eserlerden en dikkat çekici olanı ilçenin tam merkezinde yer alan Ulu Camii. Camii Tarsus'un İslam sanat ve mimarisi yönünden en büyük eseri. İbrahim Bey tarafından 1579'da yaptırılan dikdörtgen planlı ve on altı kubbeli eserin bana göre en ilginç özelliği kuzeydoğusundaki sekizgen kaideli saat kulesi. Camiinin bir ilginç özelliği de bitişiğindeki kabirler. Kimler yok ki bu kabirlerde. Abbasi Halifesi Me'mun'dan tutun da Lokman Hekim ve Hz Adem'in oğlu Şit Aleyhisselam bu kabirlerde yatmakta.

Ulu Camii'nin hemen yanında ve aynı dönemde yaptırılan Kırkkaşık Bedesteni Tarsus'un geçmişten günümüze ticari hayatını gözler önüne seriyor. Yöresel el sanatlarına ait ürünlerin satıldığı bedesten günümüzde de tüm canlılığını korumakta. Ulu Camii'nin hemen kuzeyindeki Kubat Paşa Medresesi 1557 yılında Ramazanoğulları'ndan Kubat Paşa tarafından yaptırılmış. Tamamı kesme taştan yapılan medresenin batısında Selçuklu stilinde görkemli bir kapısı var.

Medresenin hemen yanında Makam-ı Danyal Camii bugüne kadar gördüğüm hiç bir camiye benzememekte. Caminin ibadete açık bölümünün yanında Danyal Peygamber'in kabri bulunmakta. Hepsinden ilginç olanı ise 2006 yılında caminin doğu avlusunda yapılan hafriyat çalışmasıyla kemerli bir yapı ortaya çıkar. Müze müdürlüğünün bir yılı bulan kurtarma kazıları sonucunda bir çok mimari yapı ile karşılaşılır. Ortaya çıkarılan en önemli eserler M.S 1.yy'a tarihlenen Roma köprüsü ve M.S 7. yy'a tarihlenen köprünün ağzındaki türbedir. Hz Ömer, Danyal Peygamber'e ait olduğu düşünülen bu türbede cenazenin çalınmaması için mezarın daha derinlere gömülmesini emreder. Nehrin akıntısı kesilerek cenaze daha derinlere gömülür ve üzeri harç tabakasıyla kapatılır. Böylelikle nehrin, mezarın üzerinden akması sağlanarak cenazenin çalınması önlenir.

Danyal Camii'nin hemen kuzeyinde yer alan Eski Camii'nin ne zaman ve kimin tarafından yaptırıldığı bilinmiyor. Başlangıcı kilise olan bina 1415'te camiye çevrilmiş. Roma Hamamı Eski Camii'nin kuzeyinde yer alıyor. Hamamın günümüze ulaşan 8.5 metre yüksekliğindeki ve 5 metre kalınlığındaki güney duvarı, nasıl görkemli bir eser olduğunun ipucunu bize göstermekte. Tuğla örülü duvardan açılan oyukla hamam, sonradan 'Altından Geçme' diye adlandırılmış. Yol yapmak için böyle bir esere nasıl kıyılmış, akıl alır gibi değil.

John Freely 'Akdeniz Kıyıları' eserinde 'Antik Tarsus kenti, aslında bugünkü Tarsus'un 5-6 metre altındadır.' der. 1993 yılında belediyenin otopark inşası için yaptığı çalışmalarda tesadüfen ortaya çıkan 'Antik Yol' bu bilgileri doğrular niteliktedir. M.Ö 1.yy'da yapıldığı tahmin edilen yolun ancak 60 metrelik bölümü ortaya çıkarılabilmiş. Balık sırtı yolun altındaki kanalizasyon sistemi bugün hala yağmur sularını tahliye edebilmekte. Günümüz belediyelerince yapılan ve çok kısa sürelerde yenilenen yeraltı sistemlerini görünce, iki bin yılı geçen bu mühendisliğe hayranlık duymamak elde değil doğrusu.

Antik yolun iki yüz metre kuzeydoğusundaki Aziz Paul Kuyusu, Hristiyanlar için oldukça önemli bir merkezdir. Hristiyanlar'ın yaşadığı dönemlerden itibaren bu kuyunun suyu kutsal bilinmiş ve şifalı olduğuna inanılmış. Kuyunun hemen yanında, Aziz Paul'un yaşadığı düşünülen evin kalıntılarını görmek mümkün. Aziz Paul Kuyusu'nun önündeki sokak da Tarihi Tarsus Evleri'nin yer aldığı sokaktır. Bu sokakta yürürken adeta 18. yüzyıla ışınlandığınızı hissediceksiniz. Evlerin alt katı pamuk ambarı, üst katı ise yaşam alanı olmak üzere iki bölüm halinde yapılmış. Sağlamlaştırma çalışmalarıyla koruma altına alınan mekanlar, günümüzde daha çok kafe, bar gibi turizme dönük olarak kullanılmakta.

Gezimi, ilçenin güneydoğusunda günümüzde park olarak kullanılan Gözlükule Höyüğü'nü de gezerek tamamladım. Höyük, Neolotik Çağ'dan günümüze kadar kesintisiz iskan gören bir yerleşim alanı. Höyük, yapılacak yeni kazı çalışmalarını beklemekte.

Tarsus'a gelmişken ve bu kadar gezip yorulmuşken Tarsus'un yöresel yemeklerini tatmamak olmazdı elbette. Haşlanmış nohuttan yapılan humusun terayağlısı ve pastırmalı seçeneklerinden birisini tercih edebilirsiniz. Yine Lahmacunun en küçük türü olan fındık lahmucunun en iyi yapıldığı yerdir Tarsus. Yetmiş yıldır üretilen Havana gofretle de ağzınızı tatlandırabilirsiniz. Tabii ki bunlar seçeneklerden sadece bir kaçı.

Artık, Piri Reis'in Kitab-ı Bahriye'sinde övgüyle bahsettiği güzellikler diyarı Tarsus'tan ayrılma vakti geldi. Heredot'un, Strabon'un ve Evliya Çelebi'nin de ayak bastığı, bu her karışı tarih kokan kadim kente, bir dahaki gelişimde bambaşka tarihi mekanların büyüsüne kapılacağımdan en küçük bir şüphem yok.