Paternalizm nedir ve kaça ayrılır?
Paternalizm, bir devletin veya bir bireyin başka bir bireye, bu bireyin iradesine karşı olacak şekilde müdahale etmesidir. Bu müdahaledeki amaç bireyin şimdi olduğundan daha iyi olacağı ve olası zararlardan korunacağıdır. Batı dünyasında kısmen, Batı harici hemen hemen her coğrafyada bütünüyle bu yönetim anlayışı hakimdir. Paternalizm ikiye ayrılır:
Hukuki Paternalizm ve Ahlaki Paternalizm
Hukuki Paternalizm nedir ?
Hukuki paternalizm; bireylerin fiziksel ve zihinsel zarar görmesini engellemek ve aynı zamanda bireysel özgürlük ve toplumsal düzen arasındaki dengeyi korumak adına, devletin gerekli hukuki düzenlemelerle bunu sağlaması gerektiğine inanan görüştür.
Ahlaki Paternalizm nedir?
Ahlaki Paternalizm; dayanağını ahlaki normlar, dini veya kültürel değerlerden alarak bireysel hak- özgürlükler ve toplumsal düzen arasındaki dengeyi korumaya çalışan ve bu uğurda gerekirse bireysel özgürlüklerin kısıtlanabileceğine inanan görüştür.
Ahlaki ve hukuki paternalizme getirilen en büyük eleştiri toplum ve toplumun geleceği için bireysel özgürlüklerin kısıtlanmasıdır. Özgürlükçü düşünürler bu müdahaleciliğe şiddetle karşı çıkarlar. Bize göre de bu iki müdahale türü devlet ve iktidar erkleri tarafından çok suistimal edilerek bireysel hak gasplarına meşruiyet kazandırılmaktadır. Oysa bir bireyin temel hak ve özgürlükleri, o bireyin rızası dışında, tüm insanlık için bile olsa feda edilemez. Buna eskilerin tabiriyle Adalet-i Mahza(tam adalet)denir. Bunun için her bireyin, devletin veya herhangi bir güç odağının bu müdahalelerine karşı temkinli olması gerekir. Kişi, başkasına yapılan bir hak gaspına, kendisine yapılmışçasına reaksiyon verip; direnme hakkını kullanmalı ve bunu öteki birey(ler)e de tavsiye etmelidir. (Konuya dair önceki yazımızda John Locke’un ifade ettiği yaşam, özgürlük, mülkiyet ve isyan(direnme) hakları insan haklarının çekirdek unsurlarıdır.) Bu alandaki toplumsal duyarlılık ancak bu şekilde tetiklenip; örgütlenebilir.
Adalet-i Mahza ve Adalet-i İzafiye kavramları nedir?
Adalet-i Mahza yani tam adalet, herhangi bir bireyin sahip olduğu hak ve özgürlükler bireyin rızası dışında ne toplum ne de devlet için hatta tüm insanlık için dahi feda edilemez. Bunun bu şekilde uygulanmasına Adalet-i Mahza yani tam adalet denir. Adalet kavramının ideal uygulaması budur.
Adalet-i İzafiye ise bireyin sahip olduğu hak ve özgürlüklerin bireyin rızası dışında toplum, devlet veya tüm insanlığın menfaati uğruna feda edilmesidir. Dünya genelinde Adalet-i Mahza’dan çok Adalet-i İzafiye uygulanmaktadır. Adalet-i Mahza’nın uygulanma koşullarının olduğu bir olayda, Adalet-i İzafiye’nin uygulanması adaletsizliktir, zulümdür. Dünyadaki haksızlıklar ve hak gasplarının neredeyse tamamı erdemsizce güç peşinde koşan politikacıların ve seçkin bir bürokratik kesimin eseridir. Çok kurnaz ve acımasız olan bu insani güruh; güç istençlerini, hep masum görünen unsurlarla maskelerler. Vatan için, millet için, din için veya insanlık için yaptıklarını sürekli topluma empoze ederler ve toplumu da buna büyük oranda ikna ederler. Oysa bunlar birer makyajdır ve aslında hepsini kendi bireysel çıkarları için yaparlar. Bu anlatımlarıma en güzel örnek son yıllarda Türkiye de yaşanan siyasal ve toplumsal gelişmeler ve bunların sonucunda ortaya çıkan hukuksuz ve keyfi uygulamalardır.
Düşünür John Rawls’ın Cehalet Perdesi teorisi nedir?
Birçok felsefeci gibi Rawls’ta ideal adalet ve bunun ‘nasıllığı’ üzerine düşünmüştür. Bu konuda geliştirdiği teori dahiyanedir. Rawls’a göre:
Toplumsal bilincin farkında olup; birçok disipline hakim olan bireylerden oluşacak olan bir grup insanın, bireylere hangi hakların verileceğine dair karar verecektir. Fakat söz konusu durumdan önce bu insanlar, kendi kimliklerinden sıyrılacak, cehalet perdesine bürünecek ve hakların dağıtımı yapıldıktan sonra hangi sınıfa ait olacaklarını bilmeyeceklerdir. Bu hakların ekonomik olarak hangi sınıfa düşeceklerini, cinsiyetlerinin ne olacağını, hangi din, hangi ırk vs. hiçbir şey bilmeyeceklerinden, tarafsız ve eşit davranmak zorunda kalacaklardır.
John Rawls, ancak böyle bir bakış açısıyla bakarsak tarafsız ve eşit olabileceğimizi, tam adaletin ancak bu şekilde düşünürsek yakalanabileceğini iddia eder.
Ünlü hukuk felsefecisi Ronald Dworkin’in birey- devlet ilişkileri bağlamında insan haklarına dair görüşleri nelerdir?
Dworkin, son dönemin en etkili birkaç düşünüründen biridir. Bu konuda bireyci bir paradigma inşa edip; bunu liberal düşünürlerin referans kaynağı haline gelmesini sağlamıştır.
Paradigmasının özü ve özeti şudur; devletin her bireye ‘eşit ilgi ve eşit saygı’ göstermesi gerektiğine dairdir. Devletin kutsallığının merkezileştiği bir devlet ve toplumsal anlayışın değil; birey merkezli bir devlet ve toplum anlayışının doğru olduğunu savunur. Türkiye’deki birçok toplumsal sorunun da bu paradigma ekseninde ele alındığında; kolayca çözüme kavuşacağı görülür.
Söz gelimi Alevilerin Sorunları, Kürt Meselesi gibi kronik sorunlar bu bakış açısıyla rahatlıkla çözüme kavuşturulabilir. Fakat yazımın bir yerinde ifade ettiğim gibi güç istencinin esiri kurnaz ve acımasız politikacılar ve elit bir bürokratik kesim(Türkiye’deki derin devletin temsilcileri!) yüzünden, bu sorunlar toplumun kanayan yarası haline getiriliyor.