Sevgi kalıcı olabilir mi?

Sevgi iki boyutta var olabilir; yatay ve dikey. Yatay boyuttaki sevgi sonludur ve beşeridir; dikey boyutlu sevgi ise sonsuzluğa gider ve Tanrısaldır. Bizler, yatay boyuttaki sevgiyi daha çok deneyimleriz ve buna  daha çok aşinayız. Yatay boyut, zamanla eşdeğerdir. Zaman da, zihinle özdeştir. İnsanların bu sevgi türünü deneyimlemeleri zihinseldir, fizyolojik-biyolojiktir ve hatta psikolojiktir.  Zihin merkezli bu yatay boyutlu sevgi deneyimi,  zamanla bağımlı olduğu için bitmeye mahkumdur. Dikey boyuttaki sevgi ise ilahidir. Sonsuzluk çizgisinde ilerler. Dikey boyutta deneyimlenen sevginin kaynağı ve mekanı kalptir. Kalp; büyük bir iştiyakla sonsuz sürecek bir sevgiyi (Yaratıcı’ya duyulacak bir sevgiyi ) ister.

Burada insanlığın sevgi konusunda yaşadığı handikap şu olmuştur; insanlığın uzun süreli evrimsel macerasında zihni aşırı aktiflenip; kalbi ikinci plana itilmiştir. Hatta kalbin isteklerini dahi zihin yorumlayıp;

varlığımıza (yani özümüze)bir şekilde iletir hale gelmiştir. Yani kısaca insanlık zihni tarafından ele geçirilmiştir. İnsanlığın genelinin sahip olduğu huzursuzluğun kaynağı da aslında bu durumdur.  Söz gelimi kalp, sonsuz sevgiyi isterken; zihin sonsuz sevgi isteğini, kalıcı sevgi isteği olarak yorumlamıştır. Bizlerde bu yanılsamayı gerçeğimiz olarak zanneder hale gelmişiz. Halbuki artık basit bir bilgi düzeyindedir ki; zamanla mukayyet(bağlı) olan hiçbir şey kalıcı değildir. Ölmeye ve yok olmaya mahkumdur. Bu yüzden kalıcı sevgi yoktur. Fakat sonsuz sevgi vardır. Birey eğer ruhunu bedenine hakim kılabilirse sonsuz sevgiyi deneyimleyebilecektir.  Onun sevgi deneyiminde bitiş yoktur. Örneğin bu sevgiyi tadan biri, ayrıldığı kişiyi bile şöyle algılar;  ‘ondan bedenen ve beş duyumun algılayışı boyutlarında ayrıyım fakat onunla varoluşta birlikteyim’ der. Bu yüzden böyle düşünen biri için bir ayrılıktan bahsetmek güçtür. Yeri gelmişken şunu da ifade edelim, yatay sevgiyi tatmadan ilahi sevgiyi tatmak çok zor bir ihtimaldir. Bu yüzden kadın erkeği sever, erkekte kadını sever ki; bunlar ilahi sevginin ilk tomurcuklanmalarıdır. Bu duygu durumdan asıl hedeflenen ise ilahi sevgiye geçiştir. İlahi sevgide, kişi sevdiğini sevmeye devam eder. Varoluşsal bütünlüğün içinde yatay sevgi yok olmamıştır; ilahi sevgiye bir inkılap(değişim, dönüşüm) gerçekleşmiştir. Büyük şair John Keats, Hintli mistik şair Kabir, aşk deyince akla gelen ilk isim Şemsi Tebriz-i vb. birçok isim, geçici sevgiden, sonsuz sevgiye(aşka) geçiş yapmış müthiş kişiliklerden bir kaçıdır.

Duymak ve dinlemek aynı şey midir?

Duymak, zihnimiz durmadan düşünce üretirken gerçekleştirilen bir eylemdir. Ve bu durumda duyulan şeylerin çoğu genelde bilinçaltına itilir. Çünkü üretilen düşüncelerimiz duyma organımızca dışımızdan alınan bilgiye en büyük engeldir. Dinlemek ise zihni susturup; duyma edimini gerçekleştirmektir. Dinlenen şeylerin büyük bir çoğunluğu bilinçte kendine yer bulur. Yaşamda çoğu zaman duyarız fakat nadiren dinleriz.

Zihin nedir?

Zihin, sanılanın aksine yalnız kafada faaliyet gösteren bir mekanizma değildir.  Zihin, ruh-beden bütünlüğünden ortaya çıkan ve bedenin her yerinde faaliyet gösteren biyolojik bir işletim sistemidir. Bu sistem durmadan düşünce üretip; bir anlam bulma gayretindedir. İnsanın varoluşu deneyimleme evreleri, zihin öncesi, zihin ve zihin ötesi olarak üç basamaklı bir merdivenden oluşur. İnsanlığın geneli ilk iki basamağa kadar gelir ve orada kalır. Seçkin bir azınlık(uzun ve iştiyaklı bir kişisel gelişim serüveni ve ruhsal temrinler sonucunda) ise zihninin de ötesine geçerek varoluşsal ziyafetlerin en güzelini daha bu dünyadayken yaşar.(Varoluş, Yaratıcı’nın yaratımlarının tümüne ve bunların bütünsel etkileşimine verilen isimdir.)

Ses, neden oluşur, ana bileşeni nedir?

Modern fizik, sesin elektrikten oluştuğunu söylemektedir. Kadim doğu bilgeliğinde ise elektriğin sesten oluştuğu söylenmektedir. Kadim doğu bilgeliği ve modern fiziğin uzlaştığı nadir konulardan biri sesin neden oluştuğuna dairdir. Kadim doğu bilgeliğinde insanın bir iç sese sahip olmasından olacak ki insanın sesten yaratıldığına inanılır. Hintli mistikler bu iç sesinde geldiği kaynağa, ‘anahata’, sessiz ses, yaratılmamış ses  ve hep orada olan ses manalarında varoluşun sesi derler. Bize göre de bu ses vardır ve varoluşun görünümlerinin ötesine geçebilen her birey bu sesi duyabilir. (Önceki yazılarımızda bu konuyla ilgili olarak varoluşu deneyimleme ve onun ötesine geçmenin ancak kalp ile gerçekleştirilebileceğini vurgulamıştık.) Örneğin Mozart’ın 40. Senfonisi ve Beethoven’in 9. Senfonisi başta olmak üzere birçok dahi müzisyenin sanatsal şaheserlerin hemen hemen hepsi varoluşun bu sesinden damıtılmıştır. Özellikle Mozart ve Beethoven’da bu durum daha yoğun fark edilir. Bu iki dahi, yoğun bir ruhsal rezonans hali yaşayıp; evrendeki kozmik zekayla derin bir bağlantı kurarak; zamanla aşıl(a)maz  bu eserleri adeta gökten yere indirmişlerdir. O yüzden hep ifade ederim; bir Newton, bir Gauss daha gelebilir fakat bir Mozart ve Beethoven’ın dünyaya gelmesi çok zordur. Çünkü Newton ve Gauss’ta analitik zeka hakimken, Mozart ve Beethoven da zekaların en değerlisi olan ‘kalp zekası’ hakim ve aktifti.