Türkiye tarihi eser kaçakçılığından ve insanların define arama tutkusundan uzun yıllardır etkilenmiş ülkelerden biridir.Türkiye geniş coğrafyası ve bünyesinde barındırdığı farklı uygarlık kalıntıları açısından değerlendirildiğinde dünyanın belki de en geniş kültürel miras alanlarındandır. Sahip olduğumuz bu mirası hakkıyla koruyabildiğimizi söylersek çok da gerçekçi olamayız. Çünkü geçmişten bu yana, zengin olma hayaliyle, her türlü sıkıntıyı göze alan, ölümü bile göze alan defineciler, Türkiye’nin tarihsel ve kültürel çevresine telafisi olmayan zararlar vermişlerdir, vermeye de devam etmektedirler.

Osmanlı’nın son yıllarında ve Cumhuriyet döneminde kültür ve sanata olan bakış açısı olumluya dönmeye başlamıştır ama hiçbir zaman, bu gelişmeler istediğimiz seviyelere gelememiştir. Özellikle Cumhuriyet Dönemi’nde, kültür varlıklarının korunması ve araştırılması konusunda atılımlar olmuştur. Yüzyıllar boyunca, Anadolu’daki kültürel mirası küçümseyen, öteki gören özellikle tarihi yapıları “Gavurlardan kalma eserler” olarak gören bir zihniyetin bir anda değişmesini beklemek, sanırım safdillik olur.  Böyle bir ortamda da bahsettiğimiz bu tarihi eserlerin zarar görmesi ve bu eserlerin içerisinde define aranması gibi olumsuzluklar maalesef içinde yaşadığımız toplumda, gayet sıradan ve doğal karşılanan bir tutum halini alır. Bu hal öyle bir boyuta gelir ki, Mersin Kızkalesi’ndeki Adam Kayalar’da olduğu gibi kaya kabartmalarının arkasında define olduğunu düşünecek  zeka yoksunu insanların yaptıkları saçmalıklara kadar gider. Bu bakış açısıyla, değil Anadolu’nun belki de antik dünyanın en önemli kaya kabartmalarından biri olan Adam Kayalar’ın dinamitlerle son on beş yılda iki kez zarar verildiğine tanıklık etmek zorunda bırakıldık. Bin sekiz yüz yıldır ayakta kalmayı başarmış bu güzide eserin tek suçu tarih bilinci olmayan, kültürel değerlerine sahip çıkmayan insanların coğrafyasında bulunmak mıdır?

Peki bu vandallığı devlet nasıl  engeller ve ülkesinin bu değerlerine sahip çıkan insanlar neler yapabilirler? Öncelikle devlete bu konuda büyük görevler düşmektedir. İçişleri Bakanlığı, Kültür ve Turizm Bakanlığı, Gümrük Müsteşarlığı, Dışişleri Bakanlığı ve Milli Eğitim Bakanlığı gibi kültür varlığı kaçakçılığı ile doğrudan ilişkisi bulunan kurumlarda çalıştırılan uzman personelin azlığı en önemli eksikliklerdendir. Maalesef İçişleri Bakanlığı yeterli sayıda  uzman personel görevlendirmediği gibi kültür varlığı kaçakçılığında da ayrı bir birim  oluşturmamıştır. İçişleri Bakanlığı, kültür varlığı kaçakçılığının önlenmesine yönelik bir birimi en kısa zamanda oluşturması sanırım atılacak ilk adımlardan  biri olacaktır. Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın ise eğitim alanında özellikle Milli Eğitim Bakanlığıyla işbirliği içerisinde olması gerekir. Milli Eğitim Bakanlığı, ilk ve orta öğretim müfredatlarında müzeler, ören yerleri, Anadolu Uygarlıklarına yönelik konulara yüzeysel olarak değil ciddi bir şeklide eğilmelidir. Medeniyetlere ait kalıntıların korunması gibi önemli konular ne zaman milli bir mesele olur belki o zaman ciddi  bir ilerleme kat edebiliriz.

Yüz yıllardır sit alanlarındaki kaçak kazı ve yağmalamalarla yurt dışına kaçırılan kültür varlıklarımız, medeni olduğunu iddia eden Batı’daki müzelerde sergilenmeye devam etmektedir. Tabii bu durumun suçlusu da önce bu kadim toprakların değerini bilmeyen bizleriz. Biz değer vermediğimiz müddetçe bu eserler yurt dışına kaçırılmaya devam edecektir.

Devletimizin yapması gereken bir çalışma da, kaçırılan eserlerin yurda geri getirilmesine canla başla çalışmak olmalıdır. Bu konuda en detaylı uluslararası düzenleme olan Unesco Sözleşmesi, iade talebinde bulunan ülkeye ispat yükümlülüğü getirmiştir. Sözleşmeye göre ülkeler, kültür varlıklarının gerçek sahiplerinin ileri süreceği iddiaları işleme koymakla yükümlüdürler. Uluslararası hukukta “geriye yürümezlik” prensibinden dolayı Osmanlı döneminde yurt dışına kaçırılmış eserler için başvuru yapılamamaktadır. Ancak kaçak kazılar yoluyla yurt dışına kaçırılmış eserlerin iade edilebileceği, 1995 yılında Unıdroıt Sözleşmesi’nde yer almıştır. Ülkemizin bu sözleşmeye taraf olması sonuç getirecektir.

            Ülkemizde kaçakçılık cezalarının caydırıcılıktan uzaklığı, en büyük sorunlardan birisi. 2863 nolu yasanın 65. ve 74. maddeleri, kişilerin yaptığı suça bağlı olarak çeşitli hapis ya da para cezasına çarptırılıcaklarını söyler ama bu suçları işleyen insanlar üzerinde kanunun pek bir etkisi yok ki bu suçlar hala son hızla işlenmeye devam etmektedir. Her şeye rağmen, hiçbir zaman umudumuzu kaybetmemeliyiz. Bu suçlara şahit olduğumuzda, durumu  yetkili mercilere bildirmenin de vatandaşlık görevimiz olduğunu asla unutmamalıyız.