Yaşamın hemen her alanındadır kültür.

                Dilde, müzikte, giyside, sohbette, yaşam düzeninde, yemeklerde ve yeme biçiminde, arkadaşlıkta, konukseverlikte, alışveriş alışkanlıklarında, resimde, sanatta, konuşmada…

                “Kültür emperyalizmi” dediğimiz şey ise, bu alanlarda toplumları yozlaştırmaya çalışmakta ve hatırı sayılır ölçülerde de başarılı olmakta.

                Sıkça verdiğimiz dil örnekleri ile başlayalım; Aşık Veysel’imizin güzel bir tanımlaması var; “Benim sadık yârim KARA topraktır,” der. Buradaki “Kara” sözcüğünün örneğin, İngilizce dilinde bir karşılığı yoktur. “Siyah toprak” demek zorundasınız. Böyle olunca da anlamı yitip gitmektedir. Ya da “Al bayrak” dediğimizde al yerine kırmızı demek gerekir diğer dillerde. Ve anlam yerini bulmaz.

Gönül, yürek, ak sözcükleriyle de eşdeğer sözcük bulamazsınız vermek istediğiniz anlam olarak.

Kültür emperyalizmi dildeki girişkenliklerle, girdiği ya da girmek istediği ülkelerde yozluk yaratır. (Ne kadar yabancı sözcük kullanırsan o kadar bilgilisin görüntüsü yarattığını sanmak gibi…) Bu konuda ülkemizde bir hayli başarılıdır yabancı diller. Tabelalarımız, sohbetlerimiz, telefon mesajlarımız, izlediğimiz filmler, mağaza isimleri, markalar yabancı diller işgalindedir ve istilasında…

Dilde başlayan bu yabancılaşma, yozlaşma, ulus devlet bilincinden uzaklaşma; eğitim, sanat, eğlence, insan ilişkilerine de girmiştir. Silahlı güçle girilemeyen ülkelerdeki bu işgal, sessiz, derinden ve daha etkili olmaktadır, ülkemizde olduğu gibi.

ABD’li uzmanların (!) eğitim programlarımızı hazırlamaları, folklor zenginliklerimizi bir kenara iten ve aslında çılgınlık ifadesi olan danslar, Türk misafirperverliğine sırt çevirten bencillikler, bırakın yakın çevreyi aile içi ilişkilerde bile bencilliklerin esas olması kültür emperyalizminin birkaç örneğidir sadece.

Misafirperverliklerimiz geride bırakılırken, yemeklerimiz de yine batı kültüründen demlenmeye devam ediyor. Hem besin değerleri bakımından ve hem de sağlık ölçüleri açısından değerlendirilmesi gereken tencere yemeği varken ekmek arası, anne yemeği yerine ayaküstü sandviç vb. tercihler dayatılanlar arasında yerlerini almaktalar.

Çelik-çubuk, istop, uzun eşek, saklambaç, kör ebe, aç kapıyı Bezirgân başı gibi akşamın geç saatlerine kadar sokaklarda oynanan oyunlar tarih oldu. Tamam, kabul, çağ değişiyor, teknoloji ilerliyor, iletişim dünyası hızla gelişiyor, insanlar arasındaki iletişim farklılaşıyor, oyunlar da bu değişimler ve gelişimlere ayak uyduruyor, iyi ve güzel de değişimler ve gelişmeler kültürümüzü bozmak zorunda mı?

Ulus devlet olmanın, egemen bir millet olmanın, bağımsız bir cumhuriyette yaşamanın kendine has kültürü olması gerekmez mi? Biz zaten öyle değil miydik? Niye bozuluyoruz? Değişimlerin ve gelişimlerin rayında gitmesi başka, emperyalist kültüre esir olmak başka…

Yazarlarımız, şairlerimiz, bilim insanlarımız, sanatçılarımız, zanaatçılarımız, emekçilerimiz, öğretmenlerimiz, Atatürk’ün “Beni Türk hekimlerine emanet edin,” dediği doktorlarımız, özellikle savunma sanayinde dünyaya sesimizi duyuran mühendislerimiz, üretenlerimiz … Zenginiz, hem de çok… Kıymetini bilirsek işe yarar elbette…

Yoz emperyalist kültürün takıntılısı olmayalım. Kültür zenginliğimiz her birimize, hepimize yeter!

Onu geliştirmeyi hedefe koyarak yaşayalım ve yaşatalım…