Akdeniz’e kıyısı olan antik bölgelerde, - Kilikia, Pamfilya ve Likia gibi -   kıyıdan uzaklaşarak rakımın 1000 metre ve üzerine ulaştığı yerlerde, maki bitki örtüsünün ve ağaçların arasında,  kaybolmaya yüz tutmuş antik kentlere rastlarsınız. Bunlardan birisi de, Dağlık Kilikia bölgesinde Toros Dağları’nın güney yamaçlarında ve Lamas Çayı’nın doğusundaki Tapureli Antik Kenti’dir. Ören yeri adını, kayalık alanlara eskiden “tapır” denildiği için  “taşlık-kayalık yer” anlamında kullanılan  ''Tapureli''  köyünden alır. Arkeologların Olba Territorium’u dedikleri bölgede, kireçtaşı kayalıklarındaki vadide yer alan kent, karasal yerleşimlerin de tam merkezindedir.  

Tapureli’ye ulaşmak için Erdemli’den 32 km kuzeye gidilmesi gerekir. Lamas Çayı’nın Kızılgeçit Vadisi’nin üzerindeki örende,  araştırmacılar tarafından yüzey araştırmaları ve kurtarma kazıları yapılmıştır. Hellenistik, Roma ve Geç Antik Dönem’e kadar kesintisiz bir konut mimarlığının yer aldığı ören yerinde, makilerin bir örümcek ağı gibi yayılan yoğun dokusundan dolayı, içerisinde gezmeyi ve keşif yapmayı oldukça güçleştirmiştir. 

Antik kent, doğu-batı yönünde 500 metre, kuzey-güney yönündeyse 300 metrelik bir alana yayılmıştır. Yamacın bir bölümünde konut kalıntılarının temelleri sık bir şekilde dizilidir. Ören yerinde bir tapınaktan kalan devasa büyüklükteki sütun tamburları ve başlıkları da, buranın Helenistik dönemde bile yerleşim görmüş bir merkez olduğunu ortaya koyar. Ören yerindeki kabartmalar iki asker, oturan bir kadın ve bir erkek (rahip ve rahibe) kabartmasının yer alması, buranın önemini daha da arttırmaktadır. Kapı lentoları üzerindeki yıldırım demeti ve üzüm salkımı gibi kabartmalar da  dikkate çekicidir. 

Ören yerinin tam merkezinde,  Erken Bizans Dönemi’ne ait beş kilise  kalıntısının varlığı, Antik dönemde buranın ne kadar faal bir kent olduğunun göstergesidir. Yerleşimin en doğusundaki sivri bir tepe üzerindeki üç nefli bazilikal planlı kilise, nartheksi ve avlusuyla birlikte “A Kilisesi” diye adlandırılmıştır. Diğer kilise kalıntıları da A kilisesine oldukça yakındır. 2001 yılında gerçekleştirilen kurtarma kazısında,  6. yüzyıla tarihlenen kilisenin bema bölümünde, altar kaidesi açığa çıkarılmıştır. Masa olarak düşünebileceğimiz altar üzerinde, Hristiyanlar’ın en önemli ayini olan Şükran Ayinler’i gerçekleştirilirdi. Ayinde İsa’nın etinin ekmeğe, kanının ise şaraba dönüşümünün, altar üzerinde gerçekleştiğine inanılırdı. Altar zaten Latince’de “kurban masasının üstü” anlamına gelmektedir. Taştan yapılmış altar ayrıca, İsa’nın insanlık için kurban edilişi öncesinde son akşam yemeğini yediği masayı ve çarmıha gerildiği Golgotha Tepesi’ni de  ifade etmektedir. Kurtarma kazısında açığa çıkarılan, ambon (rahibin vaaz verdiği kürsü), templon parçaları (kutsal alanı naostan ayıran bölüm) ve sütun başlıkları da Mersin Arkeoloji Müzesi’ne taşınmıştır.

Nekropol (mezarlık) alanları bize, o kentin geçmişinin ne kadar eski zamanlara gittiğini görmemize yardımcı olur. Ören yerinin güneyindeki vadi yamacına uzanan nekropol alanı da, buradaki yaşanmışlıkları gözler önüne serer. Kayalara  niş biçiminde oyulmuş mezar odalarının içindeki lahitlerin kapaklarında, silah ve kalkan kabartmalarına rastlanır. Nekropoldeki mezarlar, lahitler ve çeşitli mezar odalarını şeklindedir. Roma Dönemi’ne ait bu mezarları detaylı gezmek için, uzun bir süre ayırmanız yerinde olacaktır. 

Kiliseler, bazilikalar, su sarnıçları, lahitler ve kaya mezarlarıyla dolu,  gizli bir tarih hazinesini andıran Tapureli’deki gezimde, yüzlerce yıl önce bu topraklarda Kilikialılar’ın ayak bastıkları yapıları ve yolları heyecanla adımladım. Antik kentin Pagan Dönemi’nden kalma yıkılmış tapınağının devrilmiş devasa sütunlarına kulağımı dayasam, sanki  ayinlerin yankılanan sesi kulağıma geliverecekmiş gibi hissettim. 

Tüm bu keyfim, Antik kentte pervasızca hazine arayanların tahrip ettiği alanları görünce kaçtı. Bu kültür düşmanları bir yazıt veya kabartma gördükleri an, bu eserleri dinamitlemekten asla çekinmiyorlar. Kentteki bir kartal kabartmasını bile patlatıp içerisinde hazine aramışlar. Açtıkları çukurlarla ören yerinin her tarafını köstebek yuvasına çevirmişler. Gözü dönmüşlerin saldırılarından zarar gören bu kabartmalar ve yazıtlardan sonra, bölgenin tarihinin aydınlatılması oldukça zor görünüyor. Bu gidişle, ülkemiz sınırlarında salgın bir hastalığa dönüşen  kaçak kazılarla birlikte,  sağlam bir ören yerini mumla arar olacağız.