Ölüm olgusuna Doğu ve Batı medeniyetlerinin yaklaşımları nasıldır?

Batı medeniyeti ölümü bir son olarak kabul eder ve bundan dolayı da zaman batı toplumunda çok kıymetli bir hazine olarak ele alınır. İnsan ömrünün çok kısa olduğunun farkındalığı hakimdir; toplumun geneline. Bu nedenle sürekli bir telaş ve panik haliyle gündelik uğraşlar sonuçlandırılmaya çalışılır. Dakiktir batılı zihin. Sürekli bitirmesi gereken işleri ve yaşamsal amaçları vardır. Bu nedenle de huzursuzluk hali, gündelik psikolojik atmosfer haline gelmiştir. Ölüm gerçeğinden ve bunun sonucunda oluşan ölüm korkusundan kaçış için, aşırı uçlarda yaşanan özel yaşam, çok fazla tüketilen alkol ve çeşitli uyuşturucular yine de bu duruma çare olmaktan uzaktır. Mezarlıklar gözlerden ırak lokasyonlara sahiptir. Cenazeler adeta toplumun radarından kaçırılırcasına büyük bir gizlilikle defnedilir. Kısaca ölüm çok steril bir hale getirilmiştir. Fakat tüm bunlar çözüm olmaktan öte toplumu, daha nevrotik bir girdaba sürüklemektedir. 

Çünkü burada gözden kaçırılan nokta şudur: Yaratılışa muhalif bir yol ve yöntemle ölüm olgusuna yaklaşmak; sorunu daha da kronikleştirip; çözümden uzaklaştırmaktadır. Batılı zihin, ölümü, yaşamın karşıtlığı temelinde ele alır. İşte bütün sorun buradadır. Yukarıda ifade edilen çare denemeleri o yüzden beyhudedir. Bu durum aslında tam olarak şu örnekle açıklanabilir. Bir gömleğin ilk düğmesini yanlış iliklerseniz diğer bütün düğmeleri de doğal olarak yanlış iliklemiş olursunuz. Bu sorunun bize göre en etkili çözümü; ölümün, yaşamın bütünleyici tarafı olduğunu kabul etmektir. Ve ölüm gerçekliğiyle barışık hale gelmektir. Hatta ölümü sevmenin hayatı tutkuyla ve cesaretle yaşamak anlamına geldiğini bilmektir. Ölüm kabusunu, Batı toplumunda bir tabu olmaktan çıkaracak ve toplumu daha maneviyatçı bir çizgiye çekecek bir dahi daha ortaya çıkmadı. Zamanı geldiğinde bu tabunun da yıkılacağına inanıyorum. Gönül isterdi ki bu dönüşüm Doğu-Batı etkileşimi sonucu oluşsun fakat bu şimdilik çok zor görünüyor. 

Çünkü bilim, teknoloji ve ekonomi de Batı toplumu, Doğu toplumuna göre daha ileri bir seviyede olduğu için maalesef Batı toplumu bu konuda Doğu toplumunu dönüştürmektedir. O yüzden ölüm tabusunu yıkacak deha da batı toplumunun kendi içinden çıkmak zorundadır.

Doğu toplumunda ise daha maneviyatçı bir yaklaşım esastır. Ölüme teslimiyet çocukluktan itibaren bireylere öğretilmeye çalışılır. Bu nedenle doğu toplumlarındaki insanların geneli ölümü bir son değil, sonsuzluğa açılan bir kapı olarak görür. Bu yüzden doğulu bir fert, zamanı ve zamanın kendi üzerinde oluşturduğu psikolojik baskıyı batılı bir insana göre çok daha az hisseder. Bundan dolayı doğulu zihin, batılı zihin gibi dakik değildir. Ve bir batılıya göre de yaşamsal disiplin yönünden zayıftır.

İnsanlığın genelini kapsayacak şekilde ölümün sonucuna dair genel geçer yaklaşımlar nedir?

1-Ölümü mutlak son olarak gören yaklaşımdır. Antik yunan filozofu Epikür ve yakın tarihte Karl Marx bu inanışta olan insanlara fikri rehberlik etmiş iki önemli düşünürdü. Marx, bu konuyu tarihi materyalist bir çizgide ele alarak maddeyi ezeli ve ebedi kabul ediyordu. Aslında kısaca Marxizm’in Tanrısı maddeydi. Fakat Marx’a ve onun ardıllarına üzücü haber Big Bang teorisinden gelmişti. Bu kurama göre maddeyle birlikte zaman da ezeli değildi ve bir yaratılış öyküsüne sahipti. Bu inanıştaki insan grubu, bedensel hazları önceleyen; ruhu ve maneviyatçılığı reddeden kesimdir.

2-Ölümü bir dinlenme yeri ve yaşam aşaması olarak gören yaklaşım: Bu kesim deist inanışa sahip tek Tanrılı dinlerin öteki yaşam argümanlarını reddeden, düşünür, yazar, bilim insanları ve şairlerin rehberliğindeki insan topluluğunun inancıdır. Bu kesimin argümanlarını sarsacak bilgi yakın zaman da fizik ve matematik felsefecilerinden geldi. Son bilimsel gelişmeler (Süper Sicim Teorisi ve Kuantum Teorisi, tek Tanrılı dinlerin iddialarını destekleyici sonuçları kuramsal bütünselliklerinin içinde barındırıyorlar.) ve felsefik tartışmalar; ölüm sonrasında bedeni terk eden bilincin, farklı evrensel boyutlardaki yaşama geçiş yaptığına dair yaklaşımlarıyla bu konuda yeni ve çığır açıcı tespitlere sebep oldular.

3- Ölüme dair bilinmezci davranan yaklaşım: Bu kesimin fikri argümantasyonu daha çok agnostik (bilinmezci ) felsefecilerin temellendirmelerine dayanır. Bu kesimin,konuya dair net bir yaklaşımları ve yargıları yoktur.

4-Ölümü, varoluşsal bütünleşme olarak gören yani yeni bir başlangıç olarak ele alan yaklaşım: Tek tanrılı dinler ve Hint mistisizminin bazı akımları, ölümü varoluşsal bir tamamlanış olarak görürler. Ölümü son değil; sonsuzluğa geçiş diye tanıma kavuştururlar. Çünkü bu dinlerde ve spirütüel yaklaşıma sahip Hint merkezli bu akımlarda varoluş ezeli ve ebedidir. Buradan hareketle ölüm kesinlikle bir son değil; Varoluşsal bir form değişikliğinden başka bir şey değildir. Ve ölüm, insanın yaşamsal idrakinin en net gerçeğidir. Bize göre de bu yaklaşım en makul olandır. Ve sübjektif bir yaklaşımla ifade edecek olursak eğer; ölüm, deneyimlemeyi en çok istediğim şey oldu; yaşamımın bu noktasında. Bu durum beni derin bir meraka sürüklerken; tehlikeli bir cesaret türüyle de tanıştırdı. Bunu kişisel deneyimim olarak ifade ediyorum: Ölümü sevmek, insanı, kesinlikle hayatı tutkuyla yaşamaya itiyor…

Doğu ve Batı medeniyetinin ‘insan bedenini’ ele alışları nasıldır?

Batı medeniyeti, insanı, fiziksel bedenden ibaret sayıcı sığ bir yaklaşıma sahiptir. Kadim Doğu bilgeliği ise, insanı ve insan bedenini çok daha derinlemesine ele alır ve kavrar. İnsan bedenini, yedi ayrı bedensel kısım olarak irdeler:

1-Fiziksel beden, 2-Eterik beden, 3-Astral beden, 4- Zihinsel beden 5-Spirütüel beden, 6- Kozmik beden, 

7- Nirvanik beden

Beden-Enerji dualitesini en açıklayıcı tanım, kadim Doğu bilgeliğinin bu alanla ilgili sahip olduğu literatürde gizlidir. İslam’ın tasavvuf yorumundaki yedi ‘nefis’ türü de, bu yedi bedene atıftır aslında...