Sosyal psikolojinin kurucularından biri olarak kabul edilen Muzaffer Şerif, Sosyal Yargı Kuramı'nın ve Gerçekçi Çatışma Teorisi'nin geliştirilmesine önemli katkılarda bulunmuştur. Özellikle sosyal çatışma ve sosyal normlar gibi süreçleri anlama açısından önemli çalışmaları olmuştur. Bunlardan biri Robbers Mağarası Deneyi'dir.

1954 yılında, Oklohoma'da bir izci kampında yapılan deney üç aşamadan oluşmaktaydı. Bağ kurma aşaması, rekabet aşaması ve sürtüşmeleri azaltma çalışması... Deneyin katılımcıları, 11-12 yaşlarında birbirini önceden tanımayan 22 çocuktan oluşmaktaydı. Başlangıçta çocuklar birbirlerinden haberi olmayan iki gruba ayrılır. İki grubun da kendine ait bir kamp alanı vardır. Her iki gruba da kendi içlerinde, birbirleriyle bağ kurmaları amacıyla yüzme, yürüyüş gibi aktiviteler yaptırılır. Çocuklar bir deney içerisinde olduklarından habersizdirler.

 Deneyin ilk aşamasında, grupların kendi içinde kaynaşmalarına izin verilmiştir. Hatta gruplar kendilerine isim bile takmışlardır. Çıngıraklılar (The Rattlers) ve Kartallar (The Eagles). Deneyin ilk aşamasının sonuna doğru, çok kısa bir süreliğine birbirlerini görme fırsatı yakalayan gruplar karşılıklı önyargı geliştirmişlerdir. "Bizim alanımız", "bizim bölgemiz" düşüncesine kapılan gruplardan biri bölgelerine bayrak bile dikmiştir. Çok geçmeden iki grupta üstünlüklerini kanıtlamak için bir rekabet ortamı talep etmişlerdir.

Böylelikle görevliler deneyin ikinci aşamasına geçilmesine ve çocukların taleplerine cevap verilerek turnuvalar düzenlenmesine karar vermişler. Turnuvalar beyzbol, halat çekme, çadır kurma gibi etkinliklerden oluşmaktadır. Kazananlara kupa, madalya verileceği duyurulmuştur. Bu çekişmeli oyunlar iki grup arasındaki çatışma ve gerilimi daha da arttırmıştır. Saldırganlık ilk olarak sözlü atışmalar ile başlamış, daha sonra bu çatışmaların şiddeti giderek artmıştır. Beyzbol maçında Kartallar grubu, Çıngıraklılar grubunun bayrağını yakmış; buna karşılık olarak Çıngıraklılar grubu da Kartallar grubunun kişisel eşyalarını çalarak ortalığa sacmışlardır. Daha sonra kavga etmeye başlayan çocuklar, görevliler tarafından ayırılmak zorunda kalınmıştır.

Deneyin üçüncü aşaması öncesi; gruplar arası çatışma sağlanmış, ön yargılar oluşturulmuştur. Üçüncü aşama; sürtüşmeyi azaltıp, grupları beraber hareket etmeye ikna etmek üzerinedir. İlk olarak birlikte zaman geçirilmesini sağlamak için geziler düzenlenmiş, filmler seyredilmiş, yemekler ortak alanlarda yenilmiş fakat hiçbir sonuç alınamamıştır. Çocuklardan grup üyelerini tanımlamaları istenilince; kendi gruplarını övdükleri, diğer gruptaki çocuklar için ise negatif özellikler söyledikleri gözlemlenmiştir. Sürtüşmeyi azaltmak için bu etkinliklerin yeterli olmadığına inanan Muzaffer Şerif, ortak bir amaç için birlikte mücadele edilmesi gerektiğini savunuyordu. Bunun için önce su şebekesi bozularak acil bir durum yaratıldı. İki grup, iş birliği yaparak arızayı gidermeye çalıştılar. Başka bir sefer yemek taşıyan kamyonun çamura saplanması sonucu çocuklar, hep birlikte halat çekerek bu sorunu çözdüler. Bunlar gibi işbirliği ve ortak bir amaç için beraber mücadele etmek, iki grup arasındaki düşmanca  duyguların azalmasını sağlamakla birlikte, diğer gruptaki çocuklar için söylenen negatif özelliklerin yerini pozitif özelliklere bırakmasına da olanak sağladı.

Sonuç olarak Muzaffer Şerif, Robbers Mağarası Deneyi ile sınırlı imkanlar uğruna çatışmanın önyargı ve ayrımcılığa yol açtığını; sadece bir arada ve sosyal temas içinde olmanın bu önyargıların azalmasında yeterli olmadığını fakat ortak bir amaç için birlikte mücadele etmenin, istenilen sonuca ulaştırdığını gözlemlemiştir.

Bu deneyi neden anlattım? 30lu yaşlarını geçmiş herkes ülkemizdeki büyük değişimi bizzat gözlemlemiştir. Yoksulluk, insan hakları, adalet, eğitim... Eskiden beri birçok konuda eksiklikler yaşıyoruz. Fakat bu derece ayrıştığımız ve birbirimize düşman olduğumuz bir dönem hatırlamıyorum. Mevcut siyasi iktidarın, geldiği günden beri bizler/onlar şeklindeki ayrıştırma siyaseti ülkenin iliklerine kadar işledi. Bu yüzden, artık konu ne olursa olsun ortak bir payda da buluşamıyoruz. Hepimizi ilgilendiren, ortak bir şekilde karşı çıkmamız gereken durumlarda bile birbirimizle çatışıyoruz.  Aynı yerde, aynı şartlarda olsak bile birbirimize düşmanca duygular besleyebiliyoruz. Yukarıdaki deneyden bahsetme amacım, içinde bulunduğumuz çatışma halini daha iyi anlatabilmek içindi.

Ortak bir amaç uğruna mücadele etmemiz gerekiyor. Yoksa ne yaşarsak yaşayalım, başımıza ne felaket gelirse gelsin çatışmaya devam edeceğiz. Bu yüzden öncelikle değiştirmemiz gereken şey, her yerde karşımıza çıkan ayrıştırıcı ve ötekileştirici dil. Siyasiler tarafından kategorize edilmekten de kurtulmamız gerekiyor. Birilerinin bize ne/kim olduğumuzu ve hangi grupta olduğumuzu söylemesine gerek yok. Çünkü iki grup mevcut. Sömürenler ve sömürülenler... Farklılıklarımız olacak elbet ama sorunlarımız çoğunlukla ortak. O yüzden bu sorunlar üzerine ve birlikte mücadele etmemiz gerekiyor. Yoksulluk, yolsuzluk, kontrolsüz göç, eğitim, sağlık, dinin siyasete alet edilmesi, kişi ve kurumların yozlaşması... O kadar çok sorun var ki saymakla bitmez. Peki, biz ne yapıyoruz? Birbirimizi suçlayarak, yaftalayarak aynı şeylerden şikayet ediyoruz. Sorunlarımız, şikayetlerimiz aynı fakat biz, bir türlü aynı yerde olamıyoruz.