Yıkıldık 6 Şubat günü.
Yer gök birbirine karıştı sanki.
Dünyamız ters düz oldu.
Darmaduman olduk…
Kara kışı beklerken kara bir yaşama adım attık…
Geçmişimiz yok oldu diye düşünürken geleceğimizin de yok olduğunu fark ettik…
Hayallerimizi, umutlarımızı kaybettik.
Çocuklarımızın yüzündeki gülücüğü de…
Bilim adına uzun bir fay kırığıydı belki,
Uzun zamandır beklenen,
Kaçışın mümkün olmadığı…
Kimlerine göre ise,
Kendi ellerimizle yazdığımız bir alın yazısı…
Yıkıkların arasında günlerce umut aradık.
Bir sese, bir nefese umut bağladık.
Beton yığınları arasında çaresizce bağırdık,
‘Sesimizi duyan var mı?’ diye…
Belki de sesimizi duydular.
Belki de onlarda ses verdiler.
Belki de günlerce çaresiz beklediler..
Belki de…
Göçtüler bu dünyadan seslerini duyuramadan.
Geride yaralı yürekler, yıkık dökük hayatlar bırakarak.
Paramparça, biçare…
Kalana mı zor hayat?
Göçüp gidene mi?
Her şeye rağmen,
Yıkılanları yeniden toparlamaya çalışanlara mı?
Şimdi soruyorum:
Geride kalanları yarasını sarabiliyor musunuz?
Onlara kol kanat gerebiliyor musunuz?
Onların sesini duyabiliyor musunuz?
Ve son olarak:
Zamanın izlerini yüzünde taşıyan,
Gözleri derinlere dalan,
Kırışmış ellerini ısıtmak için avuçlarını sıkan,
Yaş almış bir depremzedenin sözünü paylaşmak istiyorum:
‘Sesimizi duyan mı var?’