“Tüm muhteşem hikayeler iki şekilde başlar: Ya bir insan yolculuğa çıkar ya da şehre bir yabancı gelir.” Çukurova’nın heyecan verici coğrafyasını gezdiğimde Tolstoy’un bu sözü geldi aklıma. Ben de ovanın bir yabancısı olarak dolaştım makilik arazinin ortasında. Amacım muhteşem bir hikaye ortaya koymak değilse de zihnimden hiç çıkmayacak anılar biriktirmekti belki de.

         Uzun zamandır Büyük Usta Yaşar Kemal'in romanlarında adı sıklıkla geçen Anavarza Kalesi’ni ve doğup büyüdüğü Hemite Köyünü ziyaret etmek istiyordum. Yıllarca Yaşar KEMAL romanları okuyup da Çukurova’yı ve ovadaki dağ kalelerini görme arzusu duymamak mümkün müdür? Usta’nın yazdığı romanlardan herhangi birinde Anavarza’nın, Sis’in, Yılankale’nin adının geçmemesi olası mıdır? Albert Camus’un da dediği gibi “Yolculuk bizi kendimize geri getirir.”diyerek düştüm Çukurova yollarına.

Yaşar Kemal’in İnce Memed’inde durgun denizde ilerleyen bir gemiye benzettiği Anavarza, antik kentin hemen yanındaki kayalıklardan yükselen bir kaledir. Kalenin üstünü kökleri belki de kalenin yapıldığı tarihlere uzanan,  kokusuyla insanın başını döndüren, şubat ayının gözdesi nergisler sarmış. Çakır dikenlerinin arasına gizlenmiş nergisler tabii ki Usta’nın gözünden kaçmamıştır. Şöyle der İnce Memed’te: “Baharları Anavarza’da her şey; sinek, böcek, kurt, kuş, nergis kokar.”

         Anavarza’dan Çukurova’yı görmenin ayrıcalığıyla, mor kayalıkların zirvesinden antik kentten kalan eserlerin en ince ayrıntısını, gökte süzülen kartalları, renk renk tarlaları, çoban köpeklerinin korumasındaki koyun sürülerini ve yemyeşil ağaçların içindeki Dilekkaya köyünü keyifle izledim. Yaşar Kemal’in romanlarındaki doğanın,  yaşayan canlı bir varlık gibi gözüme görünmesini,  Anavarza kayalıklarını görünce daha iyi anladım.

       Kaleden indiğim gibi kendimi Dilekkaya köyünde buldum. Burada eski bir çeşme başında, yeşilin her tonuna şahit olduğum bir düzlükte koyunlarını güden Mevlüt Amca’ya rastladım. Kırk yıldır bu ovanın kadim dostu olan Mevlüt Amca, Çukurova’yla bütünleşmiş güzel bir insan. Varlık sebebini doğaya bağlayan ve sevdiği bu doğayı canı gibi koruyan Mevlüt Amca’yla kaynaşmamız uzun sürmedi. “Doğa ancak insanların sahip çıkmasıyla korunabilir Oğul. Doğayı tıka basa karnını doyurma, nefsini körleme yeri olarak görenler, doğaya sadece pisliğini bırakıp giderler.” Her bir sözü kulağıma bir özdeyiş güzelliğinde gelen, Anadolu’nun bu kıymetli, asil insanından ve Anavarza’dan istemeye istemeye ayrılarak, yıllardır kitaplarında Çukurova’nın çiçeklerini, toprağın kokusunu, rüzgarın esişini okuduğum Yaşar Kemal’in köyüne ulaştım. Yaşar Kemal’in betimlemeleriyle can bulan bölgeyi kısa bir sürede gezmek elbette çok zordu. En azından Usta’nın kaleminden yansıyan Çukurova’yı yerinde görmek ve hissetmek bambaşka bir mutluluktu…