Tıpkı bugün olduğu gibi Aralık ayının sonu…
24 Aralık 1934 günü dönemin en etkili yerel yayın organı Yeni Mersin Gazetesi’ nin efsanevi kurucusu
Fuat Akbaş’ ın imzasıyla “Köy yollarında görüşler-duyuşlar” başlıklı iki bölümlük bir makale yayınlanır.
Benim açımdan makalede yer alan gözlemler o günlerde başlayan ve arpa buğday gibi geleneksel
ürünler yerine narenciye bahçelerinin yaygınlaşması kadar, dönemin Mersinini kokusu, dokusuyla
yansıtması…
Okuduğunuzda pek te değişmeyen şeyler yanında ne çok şeyin değiştiğini göreceksiniz…
Mersin’ in 90 yıl öncesini yansıtması bakımından günümüzle karşılaştırılması yanında gelecek nesillere
de aktarılması gereken o gözlemlerle baş başa bırakıyorum.
**
Köy yollarında görüşler-duyuşlar…
Kânun (Aralık) ayındayız.
Bu ayda birçok yerlerde kar yağarmış. Sular donar, buz tutarmış. Ağaçlar yapraklarını döker, güller,
çiçekler sararır solar.
Soğuktan evlerden dışarı çıkılmaz. Yollarda yürüyenler, kalın paltolara, kürklere bürünürlermiş.
Kuşlar yuvalarına, hayvanlar kovuklarına, inlerine çekilir, güzel güneşe Hasret çekerlermiş. Bu aylar
içinde bu yerlerde bülbül ötmez. Ovalarında yeşil ot bitmezmiş. Buna dayanılır mı hiç?
Geçen cuma günü dostlar köylere gidelim dediler. Hava bulutlu ve yağmurlu idi. Hiç düşünmedim.
Çoktan beri Mersin’den ayrılmak fırsatını bulamamıştım. Çocuk gibi sevindim. Biraz hava almak güzel
görünüşlere dalmak.. Yeşilliklere dağlara, kırlara, mavi denize doya doya bakmak. Saf ve temiz
köylülerimizle laf atmak. Oh ne kadar hoş ve ne kadar güzeldi.
**
Bindiğimiz otomobil, kuş gibi uçuyor. Şoselerde hiç çamur yok. Hava bulutlu olmakla beraber ılık.
Şoföre;
-‘Arkadaş posta mı götürüyoruz biraz yavaş’ dedik.
Kışla önündeyiz sıra ile ekilmiş palmiyeler okaliptüsler yemyeşil.
Mersin Köprüsü’ne (günümüzdeki Müftü cami önündeki taş köprü) yaklaşıyoruz. Etrafımızda portakal
bahçeleri.
Ağaçları bize diyor ki: 'kışın altın renkli limon, mandalina, turunç ve portakallarımla, yazın bayıltıcı
kokularımla, her mevsimde değişmeyen yapraklarımla size gülerim. Size Sevinç sunarım. Ben
mersininizin süsüyüm.’
Muz ağaçları büyük salkımda meyveleri ile bizi selamlıyor.
Biz gidiyoruz. Sağımızda korku vermeyen, bol ormanlı Dağlar, solumuzda yurt sevgisine dair şarkı
söyleyen Nazlı Akdeniz. İkisi arasında servet saadet dirim fışkıran tarlalar sebze bahçeleri.
Yanlarımızda dağınık bahçe evleri, tarlalarda yayılan sürü sürü inekler koyunlar her şeyde bir neşe var.
Dağ taş gülüyor.
Biz gidiyoruz.
**
Arkamızda diğer bir otomobil korna çalıyor. Yol mu istiyor diye baktık ve biraz daha yavaşladık. Bir çift
genç sabah gezintisi yapıyorlar.
Düzgün gözlü çapkın genç öyle umuyoruz ki kıza sevgi masalları anlatıyor.
Dağınık saçlı mavi gözlü kadın onu dinliyor. Dalgın duruyorlar. Birbirlerine baygın bakışları var.
Sabah serinliğinde gezinti yapan gençler, gezme ve eğlenme hakkınızdır.
Bakınız Ömer Hayyam ne diyor:
‘Mesut olarak yaşa/Dünyanın iyiliğine kötülüğüne alakanı kıs, sen şen ol, mesut ol ve bir güzelin
zülfüne sarıl. Zira bu birkaç gün de çok sürmez, o da geçer..’
Bu deyişe ben bir şey katamam..
*
Gidiyoruz.
Dağlara tepelere, denize, doya doya, kana kana bakarak, imrenerek gidiyoruz.
Bu doyulmaz güzelliklere kanılır mı hiç?
Ülke kıvancını ülke güzelliği aşılar bu kadar güzel olan yurttan can esirgenir mi?
Yollarda şehire odun kömür taşıyan köylülerle karşılaşıyor, selamlaşıyoruz.
Tunç benizli kırmızı yanaklı kadınlı erkekli dinç ve Gürbüz köylüler yürüyorlar birbirleriyle
konuşuyorlar şakalaşıyorlar şehre doğru yol alıyorlar haydi kardeşler yolunuz yakın pazarınız uğurlu
olsun.
**
Viranşehir önlerindeyiz deniz kenarına doğru çok eski zamanlardan kalma olduğu söylenen sütunlar
görüyoruz tarih bilmek ne iyi şeymiş yanımdaki arkadaşlara soruyorum bunlar ne diye yapılmış niçin
bunlara bikarnatlar sarf edilerek kurulmuş?
Mademki böyle sipsivri kalacaklar ve hiçbir işe yaramayacaklardı, sarf edilen bikarnatlara, çalışıp
çabalamalara yazık değil miydi?
Arkadaş açık anlatma yapıyor:
Vaktiyle buralarda saltanat süren krallar Beyler varmış buralarda yüz binlerce insan yaşarmış burası
büyük ve mamur bir şehirmiş şu gördüğün koy da denizlerde melikeler güzel yüzlü dilberler yıkanırmış
vesaire vesaire...
Peki dedim bunlar ne olmuş?.
Hep güldük ve sustuk onlar eski zamanlara karışmış haydi biz yolumuza devam edelim.
Derler ki, Viranşehir'de define arayanlar burada hazine bulmak sevdasında olanlar hala mevcuttur.
Zaman zaman bu topraklar kazılır bu Kaya diplerinde eskiden burada buyruk verenlerin gömülü altın
dolu küpleri çömlekleri aranırmış. Olur ya hayal olmasa insanların hali ne olurdu?
Rüya bile olsa yalan bile olsa mutluluğa herkes kalmak istiyor.
Ben de buralarda saadet varlıklar görüyorum. Fakat toprağın altında değil. Onun üstünde..
Toprağımızın her tarafı altın her yeri servettir. Şu yükselen; etrafa dal budak saran ağaçlara bakınız..
**
Viranşehir yolları üzerinde yeni yeni portakal bahçeleri yetiştirilmeye başlanmış. Etraftan yol
üzerlerinde ve daha gerilerde bakla ekilmiş tarlalar görünüyor.
Sevinçle söylemek gerekir ki düne kadar arpa buğday ve kozadan başka bir şey ekmeyen köylülerimiz
şimdi bahçeciliğe turfandacılığa ehemmiyet veriyorlar. Bunların değer ve faydasını biliyorlar yalnız
onlara el uzatmak yardım etmek lazım.
Buna devlet teşkilatı ve Mersin'in nurlu gençliği yol göstermelidir.
Vilayet Ziraat müdürlüğü ne düşünüyor ben bunu bilmiyorum fakat ben ziraat için düşündüklerimi
ayrıca yazacağım.
Fuat Akbaş 25 1 kanun salı 1934